Anneler Günü: Parlayan sözler, sönen hayatlar

Yine bir Anneler Günü daha kapımızda. Vitrinler en cicili bicili hediyelerle donatılmış, sosyal medya hesapları "canım annem", "melek annem" temalı paylaşımlarla dolup taşmaya hazır.

Anneler Günü: Parlayan sözler, sönen hayatlar
Abone Ol

Televizyonlarda, gazetelerde kadınların ne kadar kutsal olduğundan, anneliğin ne ulvi bir mertebe olduğundan dem vuranlar yine en ön saflarda yerini alacak.

"Kadınlar başımızın tacı", "Cennet anaların ayağının altında" gibi beylik laflar havada uçuşacak. Peki, bu parlak sözlerin, bu göz alıcı paketlerin ardındaki gerçek ne? Bu tumturaklı cümleler, her gün bir yenisine uyandığımız kadın cinayetlerinin, bitmek bilmeyen kadına yönelik şiddetin üzerini örtebiliyor mu?

Ne acı bir çelişkidir ki, bir yandan anneleri, kadınları göklere çıkarırken, diğer yandan onları en temel hakları olan yaşam hakkından mahrum bırakıyoruz.

Her "Anneler Gününüz kutlu olsun" mesajının gölgesinde, evladının elini bir daha tutamayacak annelerin, annesiz kalmış çocukların feryatları gizli. Her övgü dolu sözcüğün ardında, şiddetin türlü biçimlerine maruz kalan, sesi kısılmaya çalışılan kadınların çaresizliği saklı.

Bu ikiyüzlülük, toplumsal bir şizofreninin en net göstergesi değil de nedir? Kadını sadece anne kimliği üzerinden yüceltip, birey olarak haklarını, özgürlüklerini, taleplerini görmezden gelmek, onu kalıplara hapsetmek değil midir? "Ana gibi yar olmaz" derken, o "yar" olan kadının can güvenliğini sağlayamamak, onu koruyamamak nasıl bir açmazdır?

Elbette annelik kutsaldır, değerlidir. Ancak bu kutsallık, kadının diğer tüm kimliklerini, varoluş biçimlerini yok sayarak, onu sadece doğurganlığı ve fedakarlığı üzerinden tanımlayarak sağlanamaz. Aksine, bu tür bir yaklaşım, kadını toplumsal hayatta daha da edilgenleştirir, ona yönelik baskı ve şiddeti meşrulaştıracak zeminler hazırlar. Çünkü "kutsal anne" imajı, çoğu zaman itaatkar, sabırlı, her türlü zorluğa göğüs geren bir kadın beklentisini de beraberinde getirir. Bu beklentiler karşılanmadığında ise hayal kırıklığı, öfke ve ne yazık ki şiddet devreye girebilir.

Sözlerimizle eylemlerimiz arasındaki bu derin uçurum kapanmadıkça, Anneler Günü samimiyetten uzak bir ritüelden öteye gidemeyecektir. Eğer gerçekten kadınları baş tacı ediyorsak, eğer cennetin anaların ayakları altında olduğuna gerçekten inanıyorsak, o zaman bu inancın gereğini yerine getirmek zorundayız. Bu da ancak ve ancak kadına yönelik her türlü şiddetin son bulduğu, kadınların toplumsal hayatın her alanında eşit ve özgür bireyler olarak var olabildiği, seslerinin kısıtlanmadığı, aksine güçlendirildiği bir toplum inşa etmekle mümkün olur.

Bu Anneler Günü'nde, cicili bicili hediyeler almak, süslü sözler sarf etmek yerine, gelin hep birlikte bu acı çelişkiyle yüzleşelim. Kadınların sadece bir gün değil, her gün değerli olduğunu, her gün yaşam hakkına sahip olduğunu ve bu hakkın korunması için hepimize sorumluluk düştüğünü bir kez daha hatırlayalım. Belki o zaman, Anneler Günü gerçekten anlamlı bir kutlama olabilir.

Yoksa, her gün bir kadının öldürüldüğü bir ülkede, "Anneler Gününüz kutlu olsun" demek, acı bir ironiden başka ne ifade eder ki?