134 bin çocuk... Bu, yalnızca bir istatistik değil. Bu, bir neslin feryadı. Türkiye'de 2023 yılında suça sürüklenen çocuk sayısı.

Mahkeme salonlarında büyüyen, okul bahçesinde değil cezaevi koridorlarında top koşturan çocuklar. Yargılandılar, kimileri mahkûm edildi, kimilerinin "hükmü ertelendi". Ama esas mesele şu: Çocuklukları ertelenemedi.

Bir ülkenin gerçek gelişmişliği ne dolar kuruyla, ne ithalat rakamlarıyla ölçülür. Bir ülkenin aynası çocuklarıdır. O aynaya bakınca ne görüyoruz? Taze meyveye ulaşamayan çocuklar. Tatil yüzü göremeyenler. Yeni bir ayakkabıya sahip olamayanlar. Oysa bu çağda, bir çocuğun domatesle tanışması lüks olmamalıydı. Ama öyle oldu.

71 çocuk, iş cinayetinde öldü. "Cinayet" diyoruz çünkü bu ölümlerin adı kaza değil. Denetimsizlik, yoksulluk ve ihmalkârlıkla örülmüş sistematik bir suç zinciri. Minik ellerin eldivensiz çalıştırıldığı, dar kafaların "ekonomik katkı" diye savunduğu bir düzenin sonucu.

2024’ün sadece ilk üç ayında, 23 çocuk erkek şiddetiyle öldürüldü. Yani her ay 7-8 çocuk, çoğunlukla en yakını tarafından hayattan koparıldı. Çocuklar, sokağın ortasında, evin içinde, okul yolunda can veriyor. Çocuklar için sokak da, ev de, okul da güvensiz hale geldi.

Sezgin Tanrıkulu’nun raporu bir uyarı zili değil, çan sesi. Toplumun kulaklarını sağır eden bir çığlık. “Çocuklarımız eğitimsiz, barınma sorunu yaşıyor, istismar ediliyor, öldürülüyor” diyor. Düşünsenize, bu ülkede 717 çocuk bir yılda çeşitli nedenlerle hayatını kaybetmiş. Ve biz hâlâ başka önceliklerin peşindeyiz.

Evet, bu bir toplumsal sorumluluktur. Ama o “toplum” denilen kavram soyut değil. İçinde biz varız. Siz, ben, yasa koyucular, öğretmenler, gazeteciler, ebeveynler. Hepimiz...

Çocuklar adliyede değil okul sıralarında, hastane morglarında değil, oyun parklarında olmalıydı. Suça değil, umuda sürüklenmeliydiler.