Diyarbakır, tarihi boyunca yalnızca stratejik bir yerleşim noktası değil, aynı zamanda dini ve kültürel anlamda da çok katmanlı bir merkez olmuştur.
Mezopotamya’ya ve Mısır’a yakın coğrafi konumu sayesinde, jeopolitik açıdan zengin bir yapıya sahip olan Diyarbakır'ın Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Yezidi, Rum ve Nesturi gibi çok sayıda etnik ve dini topluluğa ev sahipliği yapmasının, bu bölgeyi misyoner faaliyetler açısından da ilgi çekici hale getirdiği kaydediliyor.
MİSYONERLERİN DİYARBAKIR İLGİSİ
Tarihi kaynaklarda yer alan bilgiye göre, 1600’lü yıllardan 1916’ya kadar farklı dönemlerde pek çok Hristiyan misyoner topluluğunun Diyarbakır’a yönelmesinin tesadüf olmadığı belirtiliyor. Bu ilginin arkasında sadece etnik çeşitlilik değil, aynı zamanda İncil’de yer alan sembolik anlatımların da bulunduğu ifade ediliyor.
Yaratılış kitabında geçen şu ifade, misyonerlerin rotasını belirleyen önemli metinlerden biri olarak değerlendiriliyor:
''Tanrı, Aden bahçesini yarattı ve Adem’i oraya koydu. Aden’den bir ırmak doğmakta ve dört kola ayrılmaktadır. Üçüncüsünün adı Dicle, dördüncüsünün adı Fırat’tır. (Yaratılış 2:8-14)''
Bu anlatımın, İncil’de tasvir edilen cennet bahçesinin Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu bölgede, yani Mezopotamya’da olduğu düşüncesini doğurduğu kaydedilirken, Diyarbakır’ın bu iki kutsal nehre yakınlığının ise onu mistik ve dini bir merkez haline getirdiği anlatılıyor.
KUTSAL METİNLERDE GEÇEN “FIRAT” VE “KIYAMET”
Misyonerlerin ilgisini çeken bir diğer İncil anlatısının ise kıyamet sahneleri olduğu belirtiliyor.
Özellikle Vahiy kitabında geçen şu ifade, bölgenin apokaliptik anlatılardaki rolünü de ortaya koyar:
“Büyük Fırat Irmağı’nın yanında bağlı duran dört meleği çöz. Altıncı melek tasını büyük Fırat Irmağı’na boşalttı.”
Bu sembolik anlatıların, bölgeyi hem kutsal metinlerde geçen bir coğrafya hem de eskatolojik (son zamanlar) senaryoların merkezinde yer alan bir nokta haline getirdiği belirtiliyor.
DİYARBAKIR 300 YIL TAKİBE ALINDI
Tüm bu dini ve sembolik bağlamların, Diyarbakır’ı 1600’lerden 20. yüzyıl başlarına kadar farklı Hristiyan misyoner topluluklarının odak noktası haline getirdiği ifade edilerek, bu faaliyetlerin zaman zaman eğitim, sağlık ve sosyal yardım çalışmaları olarak yürütüldüğü; zaman zaman ise doğrudan dini tebliğ amacı güttüğü kaydediliyor.
''Bugün bile Diyarbakır’ın sokaklarında, bu çok katmanlı tarihî dokunun izlerini görmek mümkündür. Bölgedeki eski kiliseler, misyoner okullarının kalıntıları ve arşivlerdeki yazışmalar, bu zengin geçmişin tanıklarıdır'' denilerek, Diyarbakır’ın geçmişinin, yalnızca Anadolu’nun değil, üç büyük dinin de tarihsel hafızasında yer aldığı ifade ediliyor.
İncil’in satır aralarında saklı kalan izler, bu kadim şehrin neden yüzyıllar boyunca bir “arayışın coğrafyası” olduğunu gözler önüne seriyor.