Genel

İngilizlerle mollaları karşı karşıya getiren şekerin Anadolu yolculuğu

Yüzyıllar önce İngiltere’den İran’a, oradan Anadolu’ya uzanan şekerin serüveni; kıtlama geleneğiyle çayın ayrılmaz parçası haline geldi.

İngilizlerle mollaları karşı karşıya getiren şekerin Anadolu yolculuğu
Abone Ol


Bugün Erzurum’un simgelerinden biri olan kıtlama şeker geleneğinin ardında, tarihi ve politik bir öykü saklı. Bu şeker sadece bir tatlandırıcı değil, yüzyıllar öncesine uzanan dini fetvalar, ticari çıkarlar ve halk kültürüyle yoğrulmuş bir çay ritüelinin taşıyıcısı.

İngilizler ile İranlı mollaları karşı karşıya getiren bu hikâye, sonunda Anadolu'nun yükseklerinde yeni bir çay içme biçiminin doğmasına yol açtı.

İNGİLİZLERİN ŞEKER SATMA PLANI

18. yüzyılın sonlarında İngiltere, şeker üretimini artırmış ve bu ürünü dış pazarlarda satmak için yollar aramaya başlamıştı. Ancak İran ve Irak’ta halk, çaylarını tatlandırmak için doğal meyveler—özellikle hurma ve üzüm—kullanıyordu. İngiliz üreticiler, bu pazara girebilmek için farklı yollar aradı.

Bunun üzerine, İngiliz tüccarlar İran’daki mollalarla gizli bir anlaşma yaptı. Anlaşmaya göre mollalara, İran’da satılan şekerin gelirinden pay verilecekti.

Mollalar, cuma hutbelerinde halka “hurma ve üzümle çay içmenin uygun olmadığı, şekerin Allah’ın bir nimeti olduğu” yönünde fetvalar vermeye başladı. Bu vaazlar etkili oldu; halk kısa sürede çaylarında şeker kullanmaya başladı.

FETVA GERİ ALINDI, ŞEKER SOKAKLARA DÖKÜLDÜ

Ancak bir süre sonra İngilizlerle mollalar arasında gelir paylaşımı konusunda anlaşmazlık çıktı.

Mollalar bu kez, ''gavur icadı'' olarak tanımladıkları şekerin kullanımının caiz olmadığını ilan ettiler. Bir cuma namazında verdikleri fetva şu şekildeydi: “Gavur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir. Müslüman ya kendi şekerini kullanmalı ya da hurma ile yetinmelidir.”

Bu fetva sonrası halk, evlerinde bulunan şekeri sokaklara dökmeye başladı. Sokaklarda şeker yığınları oluştu, tüketim aniden durdu. Şeker stoklarıyla baş başa kalan İngilizler, bir çıkış yolu bulmak için yeniden mollalarla masaya oturdu.

FETVADA FORMÜL DEĞİŞTİ: "BOY ABDESTİ ALDIRIN!"

İngilizler, mollalara bu kez gelirlerinin yüzde 20’sini önerdi. Anlaşma sağlandıktan sonra mollalar yeni bir fetva yayınladı: “Çaya şekeri doğrudan katmak değil ama çaya batırarak içmek uygundur. Böylece şeker, boy abdesti almış sayılır ve caiz olur!”

Bu ironik ve yaratıcı fetva, halkı yeniden şekere yönlendirdi. İngilizler şeker satışlarına kaldığı yerden devam etti, mollalar ise gelirlerini sürdürdü. Bu olay, yalnızca ekonomik bir anlaşmazlık değil; dini otorite, ticari strateji ve halk kültürü etkileşiminin nadir bir örneği olarak tarihe geçti.

ŞEKERİN ANADOLU’YA GİRİŞİ VE ERZURUM’DA KÜLTÜRE DÖNÜŞMESİ

İran ve Irak’tan yola çıkan ticaret kervanlarının Anadolu’daki ilk büyük durağı Erzurum’du. Böylece kıtlama şekerin içildiği usul ve gelenek bu şehirde yerleşmeye başladı.

Başlangıçta tasarruf amacıyla kullanılan kıtlama yöntemi, zamanla bölgesel bir ritüele dönüştü. Erzurum’un kahvehanelerinde çayın yanında şeker kaşığı verilmez, çünkü şeker çayın içine atılmaz; ağızda eritilerek tüketilir.

Kıtlama şeker, toz şekerin kristalleşmesiyle oluşur ve küp şekere göre daha serttir. “Taka tuka” adı verilen özel bir aletle kırılır. Erzurum başta olmak üzere Doğu Anadolu’nun birçok yerinde bu gelenek hâlâ canlılığını korur.

GELENEK SANAYİYE DİRENİYOR

Sanayi ve teknolojideki tüm gelişmelere rağmen kıtlama şeker geleneği bölgede güçlü şekilde yaşamaya devam ediyor. Günümüzde sağlıklı yaşam tercihlerine uyan bu yöntem, daha az şekerle daha fazla tat almayı sağladığı için modern yaşamla da örtüşüyor.

İngiliz ticaretinin ve İran mollalarının yön verdiği bu tatlı savaşın sonunda, kıtlama şeker yalnızca çayı değil, bir milletin hafızasını da tatlandırdı.

Erzurum’da kıtlama şekerle içilen bir fincan çay, artık sadece bir içecek değil; yüzyılların süzgecinden geçmiş kültürel bir sembol.