Kıymetli okurlar, sizlere İkinci Anı Romanım “Diyarbakırlı Diyojen” bir bölüm sunacağım. Asıl adı Şehmus olan rahmetli arkadaşımın günlüklerinden oluşan 12 Eylül 1980 öncesinden trajikomik bir bölüm. Toplumun kutuplaşması, halkın arasında sosyoekonomik dengenin bozulmasına bir örnek teşkil ediyor. Ben Ankara’da okurken gazete haberlerinde çeşitli siyasi görüşlerden günde ortalama on kişinin öldüğü toplumda herkesin birbirinden şüphe ettiği şizofren günlerde yaşıyorduk.
Şehmus ürkek adımlarla parkta yürümeye başladı. Ankara Gençlik parkı1979 da altın çağını yaşıyordu. Aileler tahta sandalyeli masalarda evden getirdikleri zeytinyağlı sarmalar, fındıklı kurabiyeler eşliğinde semaver çayını yudumluyorlardı. Lunapark gazinosunun halk matinesinde Gönül yazar, Muazzez Abacı veya Ajda Pekkan’ı dinleyenler, Lunaparkta çarpışan otolara binen insanlarla gülenlerle neşe dolu bir yerdi.
Şehmus’un pek keyfi yoktu. Fıskiyeli havuzun iki kıyısını bağlayan minik köprünün Lunapark tarafında Zühal’i gördü. Buluşmaya erken gelmişti. Bir genç kız ve genç erkek Gençlik parkında ne yapabilirdi. Pamuklu şeker alıp, sihirli aynalara bakıp cüce veya boyu 2 metre olunca, ağzı hipopotamabenzeyince kendilerine kahkahalarla gülebilirlerdi. Dev gibi dönme dolapta enüste çıkınca tüm Ankara’yı görebilir, onlara bakan meraklı gözler yoksa bir masum öpücükle sevgili olmalarının tadını çıkarabilirlerdi.
Bunların hiçbiri olmadı.Birkaç dakikalık görüşmelerinde Zühal; “Mamak askeri cezaevinde arkadaşların senden bir ricası var. İçeriye kitap alınmıyor. Hafızası kuvvetli Senin gibi diyalektik materyalizmi ezbere bilen, siyasi teorik eğitim verecek birisi gerekiyor. Rıfat Ağabey ufak bir suç işlesin birkaç ay bize gelsin diyor.” Şehmus gülümsedi. Böyle bir teklif beklemiyordu. Herkes hapisten kaçmaya çalışırdı. Kendisi girmeye mi çalışacaktı. Teklif ona çok saçma gelse de Şehmus “elimden geleni yaparım dedi.
O gün Kapalı spor salonu ve karşındaki Rüzgârlı sokakta duvarlara güncel sloganlarla yazı yazacaklardı. Yere un çuvalları sermiş tişört satan seyyar satıcıya yanaştı. “Piyangotepe’ye nasıl gidilir” diye sordu. Aslında bu bir adres sorma değil, gizli parola idi. Seyyar satıcı üzerine gazete koyduğu 2 kiloluk Vita yağ kutusunu bir boya fırçasını ona verdi. 3 teneke daha vardı. Seyyar satıcıya “Gelen arkadaşlara söyle ben kendi bölgemi yazarım. Yazı bittikten sonra toplanma noktasına gitmeyeceğim. Beni beklemesinler.”Aklına gelen yeni planı arkadaşlarıyla paylaşırsa onu engelleyeceklerini biliyordu. Gençlik parkı dolmuş duraklarından Ankara devlet tiyatrosu küçük sahne önünden Operada minik bir polis karakolu olan “Solmaz Kılıçtepe Polis Noktasına geldi. Pencereden bakınca 4 polisin içeride olduğunu gördü. Onlarla takışırsa önce siyasi şubeye sonra Mamak askeri cezaevine gideceğini biliyordu.
Polisler aralıklarla dışarı çıkıp gençlik parkının girişinde şüphelendikleri kişilerden kimlik soruyorlardı.Şehmus polis noktasının İller bankası bakan yönünde tenekeyi yere koydu. Fırçayı kırmızı boyaya daldırıp Bembeyaz duvara kırmızı boya ile “KAHROLSUN FA” yazdı. “ŞİZM” yazamadan bir polis dışarı çıktı. “Ne yapıyorsun” diye sordu. Şehmus gayet soğukkanlı bir şekilde “Duvarınıza yazı yazıyorum” Diğer polislerde çıkmış hayretle duvara bakıyorlardı. “Yazı yazdığın duvarın emniyete ait olduğunun farkında mısın?” diye sordular. Şehmus nasıl olsa tutuklanacağından espri yaptı. “Bende duvarpisfobi hastalığı var, boş bir duvar görünce yazmadan duramıyorum.” Polisler “ bizde de son zamanlarda moda hastalığı gerzekoloji var, nerede gerzek görsek dövmeden duramıyoruz.” Şehmus’u içeriye alıp dövmeye başladılar. Bu arada söylenen sözler o günlere özeldi. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş, diye bilirdik.Meğerse eceli gelen anarşist karakol duvarına yazı yazarmış. Bir saat sonra Şehmus’un burnundan ve kulağından kan geliyor, bacağına yediği tekmeler yüzünden yürüyemeyecek durumdaydı. Hala kolunu büküp “Hangi örgüttensin lan” diye döven polisi diğer polisler uyardı. “Adam elinde ölecek, siyasi şubede öttürürler, bırak artık.” Polisler kendi aralarında tartışıyorlardı. Birisi “Yakındaki numune hastanesi acilinin önüne bırakalım, hemen geri dönelim yoksa durumu kötüye gidiyor” Şehmus beni neden Siyasi 2 şubeye göndermiyorsunuz, hepinizden şikâyetçi olacağım.” Dedi.Polislerin “Doçkamyon” dedikleri iriyarı olanı şehmus’u sırtladığı gibi karşıdaki İller bankası binasının bahçesine attı. “ Bir taksi tutup evine git, ikinci defa görürsem, Cebeci mezarlığında kendine yer ara.”
Yaklaşık on gün sonra Şehmus’un yaraları iyileşmişti.Mamak cezaevine girme planı tutmamıştı. Kaderin cilvesine bakın. Arkadaşlarının ısrarıyla hiç istemediği halde Ankara gençlik parkı etrafını 1750 m.'lik hattan dolaşanminyatür gezi trenine eğlenmek amacıyla bindiler. TCDD tarafından üretilentrenin güzergâhı gençlik parkı'nı çepeçevre dolanmakta ve 4 istasyon, 2 adet bariyerli hemzemin geçit, 2 üst geçit, 2 alt geçitten oluşmaktaydı
Havuzlu fıskiyede küçük kayıklarla tur atanları seyrederken, bir yandan Şehmus arkadaşlarına babasının deyimiyle “anarşik olaylara” karıştığını duyuncakızmış ne mektup yazmıyor, Diyarbakır’dan para göndermediğini arkadaşlarına anlatıyordu. Yan masada tesadüfen onları dinleyen Devlet Tiyatrosundan Erdem Bey; “Arkadaşlar çocuk tiyatrosunda oynamak istermisiniz?”özel bir tiyatro amatör oyuncu arıyordu.Erdem Bey Gençlik parkı Açık hava halk tiyatrosuna götürüp onları yönetmenle tanıştırdı.
O sıralar Orhan Kemal “Müfettişler Müfettişi”romanından uyarlanan tiyatro oyunu oynuyordu. Anadolu’nun küçük bir kasabasında halkın, kim olduğunu bilmedikleri ama halinden, tavrından bir “devlet büyüğü” olduğuna karar verdikleri yabancıyı “Müfettişler Müfettişi olarak kabul etmesiyle kasaba halkını dolandırılmasını canlandıran, oyuncuları veyaşanankomik olayları seyredip moral depoladılar. Oyundan sonra yönetmen ile konuşup anlaştılar.
Birkaç günlük provadan sonra basit çocuk oyunundakısacık replikleri ezberlemişler. Çok cici olan kostümleri giymişlerdi. Arif arkadaşlarını buluşma yerşne geç gelince niye beklettiniz diye çok kızardı “Beni burada ağaç ettiniz.” Derdi. Bu sefer gerçekten Sarıpişoyani Arif beyaz çiçekleri olan hareketsiz duran bir akasya ağacı olmuştu. Öğrenci evi arkadaşları İbrahim bir sırtlandı zavallı çocukları yemeye çalışıyordu. Şehmus ise onları koruyan Zürafanın arka ayağını canlandırıyordu. Şehmus kostümün içinde arkadaşının kot pantolonlu poposundan başka birşey göremiyordu. O hangi yöne giderse uyum sağlamaya çalışıyor, ara sıra da düşüyordu. Zorlandığı diğer olay ise kapalı olan kostümün içinde arkadaşının istemeyerek yaptığı doğalgaz! Çıkışlarıydı. Kesif bir kuru fasulye ile Van otlu peynir karışımı olan koku doğrusu gaz bombalarından daha etkiliydi. midesi bulansa da katlanmak zorundaydı, çünkü o paraya ihtiyaçları vardı..
Bir yandan zorlayıcı dersler, sınavlar, akşamları okul çıkışından sonra çocuk tiyatrosu yaşamı güçleştiriyordu. Bir gösteri akşamında Şehmus’u bir sürpriz bekliyordu. Babası Ankara’da okuyan birisinden haber almış, konu ona yanlış anlatılmış. Şehmus’un fakülteyi bıraktığını gençlik parkında özel tiyatroda sanatçı! Olduğunu söylemişti. Motorlu trene binen babası soluğu Ankara garında almıştı.Sekizköşe kasketli gabardin şalvarlı, mokasen ayakkabıyaarkasından basarak giymiş adam sora sora parkı ve içindeki tiyatroyu buldu. Gişeye yanaştı sizin müdürünüz kim diye sordu. “Bizde müdür olmaz yönetmenimiz var. Sahne kenarında oyuncuları kontrol ediyor.” Oyunbaşlamıştı Şehmus’un babası “Yönetmen beg, benim oğlum Şehmus burada çalişi, acep nerdedir.” Diye sordu. Yaşlı adam Sahne kenarında aldığı cevabı hayatı boyunca unutamayacaktı. Yönetmen sonunda olacakları bilseydi tarif eder miydi, gülerek yanıt verdi; “Sırtlanı kovalayıp minik çocuğu kurtaran zürafayı gördün mü? Senin oğlun zürafanın arka ayağı!”
Şehmus’un babası sinirden kıpkırmızı olmuş, çocukların çığlıkları arasında sahneye tırmanarak zürafanın arka ayağını aşağı indirip önce ısırdı sonra dövmeye başlamıştı.Tiyatro kaçışan çocuklarla onları arayan anne babalarının bağırışıyla doluydu.
Müştekiler ve suçlular 10 dakika sonra Ankara Opera meydanındaki halende günümüzde olan SolmazKılıçtepe polis noktasında sevk edilecekleri Anafartalar karakolunun minibüsünü bekliyorlardı. Şehmus’un ikinci adresinde Daha önce ona dayak atan tanıdıkpolisler Şehmus’a bakarak alay ediyorlardı. “Ulan meymenetsiz seni anarşist diye biliyorduk, sen düpedüz zürafa çıktın!”Özel tiyatro yönetmeni tiyatrosunda bir rezalet yaşandığını, çocukların aileleri miniklerin gülecekleri yerde travma yaşadıklarını davacı olduklarını söylüyorlardı.
Şehmus birkaç aydır göremediği babasından ikinci dayağı müteferrikada yedi. (Nezarethane) Komiser odası gençlik parkı lunaparkı gibi kalabalıktı. Adım atacak yer yoktu. Demirbaş Masası çocuklar tarafından işgal edilen Başkomiser bağırışı günün son komedisiydi. Sayın Veliler bu çocuklaryedek kelepçelerimiz almışlar, polisçilik oynuyorlar. Bu veletleri bahçeye çıkarın yoksa ben delireceğim. Şehmus’un babası Ankaranın orta yerinde zavallı! bir zürafaya saldırmaktan gözaltına alınmıştı. Çıkarıldıkları savcı Türk Ceza kanununun hangi maddesine dayanarak tutuklayacağına bir türlü karar veremedi. Suç çok ağırdı! Ankara’nın orta yerinde bir zürafanın bacağı ısırılmıştı.