Çünkü sokak kedileri, bu metropol lunaparkında bilet almadan dolaşabilen , VIP salona hiç girmeden en on koltukta oturan gizli aristokratlardır. Tabi eğer biz insanlar düşmanca davranışlar göstermezsek. Onlar, biz insanların debdebeli, şizofrenlik koşturmacalı dünyasında krallara layık bir kayıtsızlıkla yaşarlar. Yeri geldiğinde lüks bir rezidansın önünde kıvrılıp uyuyabilir, bir çöp konteynerinin üstünde etrafa küçümseyen bakışlar fırlatarak oturabilirler. Zira onlar çöp konteynerini saray, kaldırım taşını taht ilan edebilen mahir varlıklardır. Onların gözünde tüm mekanlar geçici, kendileri ise kalıcıdır. Ne kiraları artar ne emlak değerlenir derdindeler. Hepimizin uykularını kaçıran geçici dünyevi problemleri hiç düşünmeden, boğazından bir lokma geçtiğinde gamsız bir edayla boş bulunduğu yere uzanırlar.
Kuyruklu Demokrasi: Kedilerin Cumhuriyeti
Kedilerde sınıf farkı yoktur; sucuk varsa demokrasi vardır. Zengin-fakir ayrımını bilmezler. Banka hesabına göre davranmazlar. Mahallenin bütün sakinlerini eşit görürler. CEO da mahalle bakkalı da yalnızca birer gıda ihtimali taşır onlar için. Kimlik sormazlar mesela. Kediler nankör deniliyor çoğu zaman ama onlar sevgiyi hissederler. Kuyruklarını sadece sinirlenince sallarlar. Sırf terfi almak için masa başında kuyruk olup sıraya girmezler. Kediler sizden hoşlanmıyorsa en fazla suratınıza bakmaz. Yani bir kedi, size insanlardan daha dürüst davranabilir; düşündürücü geliyor ama gerçek.
Karton Kutuda Stoacılık
Modern insan, konfor alanı diye bir kavram icat etti ve bu alanı genişletmek için durmadan çabalıyor. Daha büyük evler, daha lüks arabalar, daha birinin taksiti bitmeden alınan pahalı telefonlar...Oysa bir kediye bakın: Güneşi gören araba kaputu, rüzgâr almayan bir karton kutu ya da köhne bir apartman boşluğu onun için malikânedir. En derin uykulara dalabilir. Onun konfor alanı nerede olduğu değil, nasıl hissettiğidir. Sokak kedileri biz insanların kaotik yaşamı içinde sükûnetin, ölçüsüz tüketimin ortasında kanaatkârlığın timsali gibi yaşar. Ne alışveriş poşetleriyle gezerler, ne kredi kartı limitlerini dert ederler. Ve en önemlisi: Kendileri olmaktan bir gün bile vazgeçmezler. Mesele hep bu değil midir zaten? İnsan, hep başka biri olmaya çalıştığı için bu kadar yoruluyor. Oysa bakın kedilere... Kim olduğunu hiç unutmuyor. Olduğu gibi yaşadıkları için bir şeylere sahip olma telaşına kapılmazlar. Anı yaşarlar. Ne geçmişin yükünü taşırlar ne de geleceğin kaygısında boğulurlar. Bir kedi için güneş, yalnızca bir ışıktan fazlasıdır; o anın sıcaklığında huzuru bulur. Bizim didinerek aradığımız mutluluk, onların mırıltısında saklıdır. Bu yüzden belki de stoacı felsefenin asıl temsilcileri kedilerdir.
Estetik Zevkin Sınavı: Kedi Maması vs. Peyzaj Mimarlığı
İnsanlar sokakta kedi görünce Instagram’da “canım yaaa” diye story atabiliyorken, aynı kedinin mama kabını görünce “bu sokak çöp gibi olmuş” diye site yönetimine mail atabiliyor. “Eğer mahallenizin estetik dengesi iki plastik kaptan sarsılıyorsa, orada kirlilik değil, travma var demektir. Bir kere, eğer mahallenizin estetiği birkaç kedi maması kabıyla bozuluyorsa, zaten ciddi bir mimari sorununuz var demektir. Hem biz mi daha zarifiz gerçekten? Geceleri müziği bastıkça camları titreten, sabahın köründe kornayla medeniyet inşa ettiğini sanan biz m Bizim “Medeniyet” diye tanımladığımız kavram, insana unutturulan bir doğallığın yerini alan betonla cilalanmış taş yığınlarıdır. Ve Jack London’ın dediği gibi “insanoğlu medeniyetin kanlı ilerleyişini sürdürmeden önce, ilkelliğinin karanlığında boğulmaya mahkûmdur.” Kediler çöplerini poşetleyip başkalarının kapısına bırakmaz mesela. Kedi sessizdir, kibardır, kendi pisliğini bile gömer.
Edebiyat ve düşünce dünyasında kediler
Çoğu insan sokak kedilerine imrenir, ‘keşke ben de kedi olsaydım’ diye düşünür. Bizim karmaşık ve yapay dünyamızın içinde doğallığın ve özgürlüğün simgesi gibiler onlar. Zülfü Livaneli’nin “Bir kedi, bir adam, bir ölüm” adlı eserinde bir köpek olarak yaşayan ana karakterin yaşadığı hayatın ardından kediye dönüşme arzusu bundan olsa gerek. Bu dönüşüm isteği, kedilerin özgür ve bağsız yaşam tarzına duyulan özlemi niteler. Kediler burada bağımsızlığın ve bireyselliğin temsilcisi olarak öne çıkar. Bu eserde olduğu gibi kediler, edebiyatta ve düşünce dünyasında insan ruhunun derinliklerine ayna tutan canlılar olarak sık sık yer bulur kendine. Natsume Sōseki’nin “Ben Bir Kediyim” romanında bir kedinin alaycı bakışlarıyla Japon toplumunun çelişkileri hicvedilirken Haruki Murakami’nin “Sahilde Kafka” romanında kediler bilinçaltının ve gizemin kapı bekçileri hâline gelir. Patricia Highsmith’in öykülerinde kediler, insan doğasının karanlık yanlarını yansıtan sessiz tanıklardır. Ernest Hemingway’in Küba’daki evini dolduran kediler, onun sade yaşam anlayışının bir uzantısıdır adeta. Charles Bukowski şiirlerinde kedileri, hayatta kalma mücadelesinin, pes etmemenin simgesi yaparken; Doris Lessing, kedileri hem aşkın hem de yalnızlığın metaforu olarak kullanır.
Bu metinler, kedilerin yalnızca sokaklarda değil, insanın kalbinde de özgürlüğün, sadeliğin ve içsel denge arayışının vazgeçilmez temsilcileri olduğunu gösterir.