İnsan ölümüne dek öğrenir. Hepimiz her gün yeni dersler alıyoruz; Öğrenmenin sonu yoktur.

Cumhuriyet Dönemi'nin ilk başbakanı İsmet İnönü enflasyon, devalüasyon ve benzeri ekonomi terimlerin başbakan olduktan sonra ilk kez duyduğunu açıklamak erdemini göstermedi mi?

Sakıp Sabancı, 1980'de IMF'nin buyruğuyla girdiğimiz ''dışa-açılma'' sürecinde kambiyo deyimlerini öğrendiğini ve dışalım-satımın girdisini çıktısını kavradığını söylemiştir. Diyalektik yaklaşıma göre insanın bir şey bilmediğini kabul etmesi ve bu bilgisizliğinin üstesinden gelmek için çaba sarf etmesi, irade göstermesi karşıtlığı sayesinde ilerleme sağlanabilen eylem.

Yaşam Büyük Bir Okuldur

Görseller: Aile fotoğraf albümümüzden ortadaki terzi babam, örgülü sarı saçlı olan annem, alttaki kravatlı Aliemiri ortaokulu öğrencisi benem.

Pedagojide en temel özelliği davranış değişikliği bilgi veya görgü edinimi ile ortaya çıkar. Bir problemi çözmede, ele alma da, ona yaklaşmada bir değişiklik geçirmediyseniz buna göre öğrenme yasamadınız demektir. İnsan öldüğünde bu hücrelerin çürüyüp gitmesi kaçınılmazdır. Bazı canlılar aynı hücrelerle zerre-i miskal gelişim göstermeden binlerce senedir aynı tas aynı hamam, mezra senin köy benim diyerek anadan babadan gördüğüyle yaşamaktadır.

Affınıza sığınarak kendi mizahi anlayışımla hayatımdan kesitler vermek, sizlerden çok farklı olmadığımı, Hayatın içinden bazen güzel, bazen de acımasız kötü günlerden geçtiğimi mizahi bir dille anlatmak istedim. Fazla vaktinizi almazsam gerçek yaşamımda öğrendiğim bazı notları paylaşmak isterim.

1959 yılında Diyarbekir’de Cemilpaşa konağının arkasında Kerejdagın sönmüş volkanından çıkan lavların soğumasıyla oluşan bazalt taşlı, tarihi özellikleri bozulmamış bir evde doğdum. Kerkük Türkmeni Baytar Dedem Arif Özavcı’nın oğlu olan Parası varken filtresiz Bafra, parası yokken Birinci sigarası içen “Herbi mardinkapi uşaghi” Terzi babam Hayrettin’den kimseye eyvallah etmemeyi öğrendim. Mardinkapıda Abbas parkı sahibi, Havaalanı bitişiğin de Zoge (Özdemir) Köyünün ağası Abbas’ın kızı annem Remziye’den Hristiyan komşularıyla olan yaşamından etnik kökenlerine bakmadan herkesle kardeşçe yaşamayı öğrendim.

Suriçi Alipaşa ilkokulunda 1-5 kadar değişmeyen öğretmenim Erganili Azize Tekiner’den okuma sevgisini, halende görüştüğüm eşi Diyarbakırspor’un unutulmaz kalecisi Lastik Ali (Ali Tekiner) ünlü olmanın ayrı beyefendi olmanın farklı davranış biçimleri olduğunu öğrendim.

Akrabam Şair Kadri Göral ve Dicle Üniversitesi kurucularından Prof. Dr Sıtkı Göral’dan Diyarbekir’in en köklü ve varlıklı ailelerinden olup da nasıl mütevazı olunduğunu öğrendim. 1968 yılında dokuz yaşında iken Dedem Abbasın kahvesinde günlüğü 1 TL ye çay bardağı boşu toplayıp, bunun emeğimin karşılığı olmadığını düşünüp, Dayıma ‘’diğer çırağa 5 Lira verisen, ma yegenim diye benim hakkımi niye yeyisen.’’ dedikten sonra istifa! edip, dayımda olsa işverene karşı gelmeyi öğrendim. Eniştem kahveci Memah’ın kulağıma gülerek ’’Sen dayını yanlış anladın, Balıkçılardaki bankada annenin adına hesap açmış, senin okul masrafların için ayda 150 Lira yatırıyor.” demesiyle, insanlara karşı peşin hükümlü olmamayı öğrendim.

Artık istifa! Ettiğimden kahvedeki işime geri dönemedim. Babam da dayıma karşı geldiğim için günde 25 kuruş harçlığımı Kesip; ‘’Habeş! Bu yaz tatilinde sana para yok’’ dediğinde. Kahvelerde Muhtar Çakmaklarına benzin, çakmaktaşı ve peli cigare (tütün kağıdı) satarak para kazanıp, o parayla Aşefçiler pazarından sebze alıp, babama ben “hayata atıldım bakışı” yapmayı öğrendim.

Sektör! değişikliği yaparak ‘’Artisli Kenter sakızları’’ sattım. Artisli çikletlerin arkasında Yılmaz Güney 75, Cüneyt Arkın 39, Pervin Par 1, Sadri Alışık 47, Ayhan Işık 62, Figen Han 79 numaraları yazardı. Yaşıtım çocukların tüm artistleri toplama hırslarıyla babaların cebinden para çalmalarıyla hırsızlığın kötü bir şey olduğunu öğrendim. Mehle bakkalının hakemliğinde çikletlerin içinden çıkan numaralarıyla çocukların birbirini üttüğünü gören babaların hem çocuklarını hem de mahalle bakkalını dövdüğünü, Kumar oynayanın ve oynatanında iflah olmadığını öğrendim.

Diyarbakır’ın ilk Arçelik bayi’nde çıraklık yaptığım Akrabam Hikmet Hamzaogullarından ticarette nasıl ahlaklı olunuru öğrendim. Fakir bir vatandaşın aldığı bozuk çıkan bir Yumlu vantilatörü firması sahip çıkmazsa bile mağdur olmasına fırsat verilmeyip değiştirilmesinden ticarette dürüst olmayı öğrendim. D.S.İ.’de 1970 yılların personel müdürü Amcam Burhan’ın maaş dağıtım gününden birkaç gün evvel beni çağırıp bir torba dolusu 1 liralık verip bunları on ve beş kuruşluk yap derdi. Melikahmet esnafını birkaç gün dolaşıp tüm bozuk paraları maaş zarflarının içine küsuratlar olan 5 kuruş ve on kuruş paraları koymasına yardım ettim. Emeğim geçen bu olaydan dolayı kişilerin ve devletin parasının kutsal olduğunu 1 kuruş bile hak yenmeyeceğini öğrendim.

1974 yıllarında Diyarbakır Gazi Caddesinde İlhan mağazasında tezgâhtarlık yaptım. Şehrin zenginlerinden mobilya mağazası ve giyim mağazaları olan Ali İlhan Oğlu Mustafa İlhan damadı öğretmen Yaşar Yelboga bütün birikimleri satıp, İstanbul’da Sultanhamam’da Konfeksiyon üretimi yapıp, özellikle onlarca Diyarbakırlıları işe alıp memlekete nasıl sahip çıkılacağını öğrendim. Ara sıra benimde davetli olduğum yazlıklarında Ali ve Mustafa İlhan ailesinin tam rahat edecekleri zevkü-sefa içinde yaşayacaklarını düşünürken, tüm aile efradının 1999 depreminde Yalova da yazlıklarında öldüğünü öğrenince, bu Dünyanın fani olduğunu öğrendim.

Diyarbakır Aliemiri ortaokulunda okurken Şair Cahit Sıtkı Tarancı akrabası Müdür yardımcısı Ali Tarancı’dan Ders programında yokken bizlere özel vakit ayırdı. Diyarbekir değerlerini ve yakın tarihini ondan öğrendim. Aliemiri ortaokulunda Okulun en çalışkanı ve sınıfta ki rakibem, Hava kuvvetlerine ait burunlu bir mavi otobüs servisiyle bırakılan, akşamları babasının son model Renosuyla evine giden, Okulda her zaman münazaralarda beni ezen, kıcık olduğum kibir abidesi Lamia’nın ismini hatırlamadığım Çanakkaleli subay olan babasını anmak isterim. Terzi babama takım elbise diktirdiği için tanışmışlardı. Babamdan izin alarak bir öğretim yılı boyunca Cumartesi günleri beni ve kızını otomobiline alarak, Diyarbakır alay semtindeki askeri kütüphanede kızıyla birlikte beni ders çalıştırdı. Evlerinde yemek yedim. Kızına aldığı 14 ciltlik Meydan Larousse Takım ansiklopediden iki takım alıp, birisini bana hediye etti. Hiç kimsenin evinde bulunmayan sadece kütüphanede olan kitaplardan yararlandım başarımı yükseltim. Ziya Gökalp lisesine giden yolu açtı. Çanakkaleli subay amca bana gizlice ‘’Sen ona yetiştikçe kızım hırslanıyor’’ Kendi kızına da; ‘’Rekabet iyidir, ama eşit şartlarda olursa’’ diyen, ismini unuttuğum, ama simasını unutmadığım insandan eğitimin ve rekabetinnasıl dürüstçe yapılacağını öğrendim.

Ziya gökalp lisesinin unutulmaz öğretmeni herkesin ”Deli Mevlo’’ dediği Mevlüde Tütenk hocamızdan Diyarbekir şivesini bozmadan nasıl dobrador olunacağını ögrendim. Örnek olarak ''Ula Kebrag gene geç kaldın, habeş beden dibinde barbut oynadın, benamus '' veya Müdür yardımcısına; ‘’ Özko oğlum, niye baan bakmisen, seninde bi yerin kağti,’’ diye çağırmasından, Lafımı esirgemeyip, Yapmacık davranmamayı öğrendim.

1976 yıllarında resepsiyonda çalıştığım Diyarbakır Demir Otel sahibi Süleyman Demir’in İngiltere de turizm okumanın verdiği avantajla babası Mehmet Demir’den kalan bir oteli satıp, Bodrum’da Dünya ölçeğinde bir turizm tesisi açmıştı, ondanda dünyanın çeşitli milletlerden insanları tanıyarak kültürlerini öğrendim. Demir Oteli devir alan İşadamı Rahmetli Behçet Cantürk’ün hayata bakış açısı bana çok özellik kattı. Bana ve Felemez Cantürk’e anlattığı anılarından ‘’ Boynuna dayalı bir hançer varken bile, hayata gülümseyip, hiç kimseden korkmamalısın” dediğinden başım dik yaşamayı’’ öğrendim.

1979 yılında Ankara’daki öğrenci evimize baskın yapan Polisin, Şolohov Çarlık dönemi Don nehiri kenarında yaşayan Kazakların yaşamını anlattığı ‘’Ve durgun akardı don‘’ kitabını görünce; ‘’ Buraya okumaya gelmişsiniz, ayıp değil mi böyle erotik kitap okuyorsunuz. Don, fanila filan utanmıyorsunuz? ’dediğinde cahilliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrendim.

12 Eylül darbesinde şu an kitapçılarda satılan bu kitap yüzünden tutuklandığımda, Ankara’da hava kar yağışlı iken Mamak Dinlenme tesislerinin bahçesinde, (askeri cezaevi) üzerimizde don fanilayla askeri marşları ezberleyip uygun adım titrerken, Demokrasinin sıcak, Monarşinin soğuk olduğunu öğrendim.

Öğrencilik yıllarında Ankara’da dayım Nurettin’in başgarsonu olduğu Diyarbakırlıların toplandığı Kızılay Sümer sokakta Fahri baba lokantasından garsonluk yaparken dayımın arkadaşı ve oranın Rıfat Ilgaz ile değişmez müdavimi olan Büyük Şair Ahmed Arif’le tanıştım. Sana memleketten ne getireyim diye sorduğumda “Biraz mehle ekmegi ile erimiş örüklü peynir getir” demesinden memleket özlemini öğrendim. Büyük şairin sarhoş olduğunda etrafına bakıp kimse olmadığını görünce hıçkıra, hıçkıra ağlayarak ‘’Zalım Leyla, Zalım Leyla’’ demesinden ölümsüz aşkın ne olduğunu öğrendim. Ahmed Arif’e taksi tutmak için çıktıgımda ‘’Bavemin sen içeri gir, ögrencisen benimle birlikte olduğunu, hele bi de Diyarbakırlı olduğunu öğrenirlerse senide götürürler.’’ Demesinden hemşolugu öğrendim.

Gerçek profesyonel iş yaşamında reprezant süsü verilmiş aslında İlaç firmasında satış temsilcisi olduğum meslek dalında başladım. Onurlu ve haysiyetli doktorlar olduğu gibi 1980 yıllarda arada çürük elmalarda vardı. Bir Avrupa seyahatine hastalarına gereksiz fazla ilaç yazan, özel sarı yaldızla Dr. V.S. gibi yazılmış bir ajandaya bütün aileme de yazdır deyip, İlkokulda okuyan çocuğunun ismini de yazdıran kişilerden doyumsuzluğun bir sınırı olmadığını öğrendim.

Amerikan Abbott firması tıbbı cihaz departmanı Türkiye 1987 deki Genel Müdürü Ms. Grower’den uluslararası ticareti. Türkiye’nin birçok üniversitesine özellikle moleküler biyoloji ve genetik konusunda cihaz kuran 75 kişilik bir ekibi yönettim. Emekli olduktan sonra Türkiye deki danışmanlığını yaptığım Berlin’deki Alman firmasının genel müdürü ve ortagı Prof. Dr. Harwick’den Alman dakikliğini ve çalışkanlığını öğrendim.

Profesyonel İş yaşamında bazen kulağıma söylenen ‘’İhale evraklarında bir evrakı mesela İTO (İstanbul Ticaret odası) kayıt evrakını yırtıp, zarfı kapat ihale komisyonuna ver, ihale de eksik evrakla atıl, ihaleyi alalım, bu tomar parada senin olsun’’ 34 yılda girdiğim ihalelerde benzer cümleleri çok duydum. Aklıma hep Uğur Mumcu’nun ‘’isteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık‘’ sözü aklıma geldi. Hepsine verdiğim ortak cevap ‘’ çalıştığım yere ihanet etmem, çocuklarıma haram lokma yedirmem.’’ Tek bir usulsüzlük yapmadım, Şirket yemeklerine müdür olarak gittiğimde lüks restoranlara hatırı sayılır paralar öderken, bir sonraki gidişimde arkadaşım veya ailemle gittiğimde; ‘’Bu seferlik bizden olsun diyen beyaz rüşvet veren işletmeleri nazikçe reddettim. Oraya da bir daha iş yemeklerimizi götürmedim. Hepinize saygılar…