Yazın son günleri Fakültenin Genetik bölümüne kurulan DNA izolasyonu cihazının kurulumu bitmiş. Ege üniversitesi bahçesinde akademisyen bir arkadaşla sohbet ediyoruz. Üzerinde Bornova belediyesi yazan eski bir bankta Doktor arkadaşın deyimiyle yılın son D vitaminini yani son güneş ışıklarını alıyoruz.

Bana gazetedeki bir magazin haberini gösteriyor. “Dünyanın en meşhur Çingeneleri İzmir’de” diye yazıyor. 1988 yılında ilk kasetlerini aldığım hayranı olduğum ünlü Gipsy Kings Grubunun konseri var. Dr. Hüseyin Bey eşim yarın akşam nöbetçi konser gününe denk geleceğini düşünmedik, iki bilet almıştık, beraber gidelim diye teklif ediyor. Benim için bulunmaz bir fırsat. Geldiğimiz şirket minibüsüne teknik servisde olan Biyolog arkadaşlarımla vedalaşıp, “siz gidin ben bir gün sonra dönerim” diyorum. Bir otobüs firmasına telefon edip cebimden bir gecelik otel parası ve Ankara bileti almayı göze alıyorum. Çünkü boşta kalmış Gipsy Kings Grubu bileti benim için Reşat altını kıymetinde. 14 Eylül 2010 tarihinde geleneksel İzmir fuarında unutulmaz bir akşam yaşıyorum.

11 kişiden oluşan grup, o yıllarda gençlerin İspanyolca bilmese de ezberleyip eşlik ettiği hit olmuş Bamboleo, Volare, Un Amor gibi klasikleşmiş şarkılarını ruhumuza kaydediyoruz. Beş gitarın inanılmaz uyumu, gurubun müthiş performansıyla şarkıları dinledik. İzmirli gençlerin farkını orada görüyorum. Özellikle 20 yaş gurubu en önde oturmadan devamlı dans ettiği, duygu ve ritim dolu coşkulu bir konser akşamı anlatılmaz, yaşanır. 

Konser sonrası İzmir’de bir ritüel olan Kordon’da Ege denizine bakarak kahvemizi içiyoruz. Hüseyin Bey, ünlü Gipsy Kings Grubu İsimlerini İspanyolca “kral” anlamına gelen “Reyes” soyadından aldığını, Dünyanın her yerinde konser veriyorlar. Kendisi Edirneli olduğundan Trakya’nın Roman halkından bir türlü Dünyaca ünlü sanatçı çıkmadığından yakınıyor..

Diyarbakır’da Roman veya Çingene demeyiz diyorum. Mezopotamya coğrafyasında yaşayanlara Mıtrıp, Qurbet ve Karaçi olarak yörelere göre değişen adları var. Osmanlı döneminde Hindistan’ın Karaçi kentinden geldikleri söylenir. Bizim birde hepsi müzisyen olan Domlar var. Ulu cami avlusunda namaz vaktini bekleyen yaşlı dedeler hepsi aynı fikirde. ikiyüzyıl önce Hindistan’dan Mısır’a göç etmiş, Ortadoğu coğrafyasına dağılmış bir aşiret,

Diyarbakır’a  gelince Domları biraz daha araştırıyorum. Ofis semtinde Diyarbakır Domlar ve Romanlar Kültür, Dayanışma, derneği (DOM-DER) başkanı Mehmet Demir’in 2018 yılında Gazeteci Vecdi Erbay’a verdiği bilgiye göre verdiği bilgiye göre Diyarbakır’da ve çevresinde 15 bin civarında Dom var ama bütün bölgede 100 bin civarında bir nüfusları olduğunu söylüyor.

Geçmiş yıllarda Mardin Nusaybin’de bir düğüne katıldığımda Dom Halkını biraz daha yakından tanıdım. Müzisyenlik esas meslekleri olduğunu biliyordum. Dom müzisyenlerinin çaldığı enstrüman ceviz ağacı, balık derisi ve at kuyruğu kullanılıp el emeğiyle üretiliyor.

Kabak kemaneye benzer; ancak sesiyle Karadeniz kemençesini andıran enstrümana Mardin Kemençe'si ya da diğer adıyla Rıbab deniyor. Kürtçe türküleri coşkuyla söyleyip insanları Gowende (halaya) davet ediyorlar. Yüzyıllar önce Hindistan’dan gelen göçebe bir halkın Kürt kültürüyle uyum içinde olmalarını izlemek bana ilginç geliyor. 6 saat boyunca ayakta Rıbab çalmak zor olsa da sonunda “ekmek parası” var. Düğüne katılan kadınların yüzlerinde olan deq’lerinin de (Kürtçede dövme) Dom kadınlarının geleneksel el becerisi sanatı olduğunu öğreniyorum. Bundan para kazanıyorlar. Köyleri gezip falcılık yapanlarda vardı. Domlar özellikle Mezopotamya'da kimliksiz yaşayan bir halk. Çoğu nüfusa kayıtlı değil. Bu yüzden okula gidenler çok az. Devletin sosyal yardım imkânlarından faydalanamıyorlar.

Domlardan bir genç konuyu araştırdığımı görünce bizim dayıoğlunu göstereyim diyor. Etrafıma bakarken “Hayır burada değil” diyor. Telefonda bir youtube videosu gösteriyor. Bazı genç Dom müzisyenleri bir level atlamışlar. Nusaybin’de gördüğüm Rıbab çalan eski şalvarlı, gömleğinin yakasından sökülmüş iplikleri dökülen, sekiz köşe kasketinden kenarından terzi pamuğu çıkmış fakir kıyafeti olan müzisyenin aksine üzerinde son derece şık bir parlak takım ve papyon kravatla Avrupa’daki bir Kürt düğününde salonda kemençe çalıyor. Dom gencinin anlattığı hayat hikâyesinde gencin Berlin’de yaşadığını buradaki topladığı bahşişlerle akrabalarına yardım ettiğini, kazancının çok iyi olduğunu söyleyince bir kez daha Almanya’yı kıskandım! 

Geçen bir okurumun ilettiği üstteki1900 yıllara ait Kerejdağ fotodan belki de Anadolu’nun ilk Catering yani yemek Organizasyonu grubunun Diyarbakır da kurulduğunu söylesem yanlış olmaz. Bizim yaşlı dedelerimiz eski düğünleri hep anlatırdı. Kerejdag çevresinde ”Gevende” adı verilen müzisyen gurubunun Dom halkı olduğunu doğrular nitelikte. Dom halkının erkekleri Rıbab çalıp müzisyenlik yaptıklarını, düğünlere gidip hizmet verdiklerini Siverek halkıhep söyler. Dom Kadınları ise tirşik ve etli bulgur pilavı pişirip, Kerejdağ köylerinde Kürtçe Meşk veya Dewkul dediğimiz koyun tulumunda yapılan Yayık ayranı yaparlar, metrelerce kilimlerde yer sofrası açarlarmış. Göçebe bir toplum olduklarını kıyafetleriyle de yöreye uyum sağladıklarını görselden anlıyoruz.

Anadolu’nun her yerinde zengin ve fakirler var. Bana göre Domlar “Kürtlerin ötekileri'' ya da Kürtlerden farklı olarak sosyoekonomik olarak gelişmemiş gariban bir halk. Kürtçeyi ana dillerinden daha iyi bilen bu halk, Farklı bir yaşam kültür edinmiş versiyonu gibi. Çocukluğumda onları Karaçi dense de ben artık onlara Dom halkı diyorum. 

Dünya genelinde Çingeneler, kuraklık ve savaş sebebiyle Hindistan'dan 7 yüzyılda göç etmek zorunda kaldılar. İran üzerinden Avrupa'ya giden Çingenelere Doğu Roma imparatorluğu döneminde Rom ya da Romanichal dendi. İngiltere'ye varan Çingenler, Mısır’ın Dünya haritasında adı “Egypt” olduğundan Gipsy olarak adlandırıldı. Dünyanın en meşhur Çingene müzisyen gurubu ünlü “Gipsy Kings Grubu” adını buradan almış olmalı.

1974 yılında İnönü caddesinde Şehrimizin ilk Arçelik bayisi (şimdi kapandı) Hikmet Hamzaoğulları’nın yanında çıraklık yapardım. İşyerinin bir bölümü dişçilik malzemesi ile doluydu. Dom halkının bir kısmı dişçilik gibi uğraşlarla da mesleği vardı. Onlara krom diş kaplama ve birtakım yan ürünleri satardık. Dom halkının dişçileri köy köy gezer dişleri krom veya altınla kaplardı.Çevremizdeki köylülerin yaşlılara bakın dişlerinin altın, gümüşle (aslında onlar krom) kaplı olmasından da anlarsınız..  

Dom halkı ile ilgili tek film Netflix’de “Gönül” adıyla yayınlandı. Filminde göçebe olarak yaşayan ve düğünlere çalgıcılık yapan Dom’lardan bir delikanlı, köyün bir kızına sevdalanır. Gönlünün düştüğü genç kızı almak isteyen delikanlının aşması gereken engeller vardır çünkü kimse Domlara kız vermek istemez. Çılgın deli dolu bir kız olan Sümbül ile yaşamı bir düğünde kesişir. Piroz ve Sümbül birbirlerini müzik ile sayesinde severler. Sümbül, Piroz ve ailesi ile kurduğu bağı evleneceği adamla kuramadığını anlar. Düğünde Sümbül'ün ruhunu anlamayanlar deli deyince düğün karışıyor ve ertesi gün damat geline “kız oğlan kız” değil diyerek kızın ailesine öldürmeleri için töreye göre saçlarını keserek teslim ediyor. 

Bilmiyorum! Kaybolmuş bir kültürün mirasçıları olan Dom Halkı artık geride kalmış Kürtlerin feodal anlayışlarını bu filme taşıyacaklarına, kendi geleneklerini ve Dom halkının nereden nereye gittiğini anlatsalardı. Gelecek kuşaklarına kendilerini anlatan yarı belgesel bir film olsaydı diye düşünmeden edemiyorum. Neyse hayatımız hep keşke demekle geçiyor.

Kaynakça: Dom belgeseli Halil Aydın, Dersim News İngiliz Yazar Angus Fraser'in Çingenler kitabı (Homer yayınları, Çevirmen: İlkin İnanç) Görseller:  Fırat Yılmaz.