Buram buram tarih kokan kadim kent Diyarbakır'ın her köşesinde bir hikayenin izi vardır. Sokakları bir yaşanmışlığı, bir anıyı anlatır, eski zamanların şahitleridir.

Diyarbakır sokaklarında yürürken, adeta zamanın içinde bir yolculuk yapar gibi hissedersiniz. Her köşe başında tarih kokan duvarlar, insanı derin düşüncelere sürükler. 

Geçmişin hikayeleriyle doludur Diyarbakır'ın sokakları (küçeleri). İşte bu hikayelerden biri. Bursahakimiyet.com.tr yazarı Diyarbakırlı Namık Göz'ün, ''Bir bayram hikayesi; Dedemin mendili'' başlığıyla kaleme aldığı bayram tadında  yazısı..

''Merhum Hıncal Uluç, Sabah Gazetesi’nde her bayram öncesi yazılarıyla hayran bırakırdı. Muhabirlik günlerinde, ileride, bu tür yazılar yazmak ümidiyle zevkle okuduğumuz bu metinler,  kimi zaman evrensel bir öykü, kimi zaman da Uluç’un yaşamından kesitlerden oluşurdu.

Bugünlerde ekonomi, seçimler, görev değişikliklerinin ne sonuçlar doğuracağı tartışmalarıyla geçiyor.  Bayram öncesi sizlere tıpkı Hıncal Uluç gibi kendi yaşamımdan bir öykü anlatıp, hem mekan hem zaman olarak biraz uzaklara götürmek istedim.

Umarım beğenirsiniz…

Herkese bayram tadında bir bayram diliyorum.

****
Dünyaya geldiğim ve bugün yerinde yeller esen Bursa’dan tam bin 500 kilometre uzaklıkta dedemin Diyarbakır’ın Mardinkapı semtindeki eve giriş anını, okula henüz başlamadığım zamanlar olmasına rağmen dün gibi hatırlarım.

Cümle kapısı açılır, geniş avlunun dişi bazalt taşlarından döşenen zemininde ‘capola’sının arka topuğunun çıkardığı sesin ritmi ve heybetli görünüşüyle eve girerdi.

Eyvanda oturanlar hemen kendini toparlayarak kapıya yönelir, peşinden gelen, küfesinde taze sebze ve meyveleri taşıyan hamalı mutfağa doğru yönlendirirken o ritmini bozmayan adımlarıyla eyvandaki sedire oturur ve yeni alıştığı turuncu renkli kabından filtresiz Harman sigarasını çıkarır, yakardı.

N A M I K1

Bu haftada en az iki kez yaptığı rutin seferlerdendi. Çünkü Diyarbakır’da Pazar kurulmaz, günlük taze sebze ve meyveler yoğurt pazarından alınırdı.

Sonraları, Dicle Üniversitesi kampus alanındaki köylerin kamulaştırılmasının ardından göç edenler,   Deve Hamamı ve külhanının bulunduğu ve Behram Paşa Cami’ye kadar uzanan sokak ile Malik Ejder ziyaretinin bulunduğu ara sokaklarda aşefçiler seyyar pazarı kurdular ama Yoğurt Pazarı’nın görüntü ve kalitesihiç birinin yerini tutmadı.

Biz yine eve dönelim…

Çünkü bugün yerinde yeller esen ön cephesinin bir bölümü Gazi Caddesi’ne bakan bu muhteşem evde neler yoktu ki?

Cümle kapısının hemen sağında mutfak yanında kiler. Öyle kiler dediğime bakmayın. Bugün Melikahmet Caddesi’ndeki orta boy bir zahireci kadar malzeme alacak kadar büyük bir kiler. İçine pekmez veya sadeyağ gibi sıvı malzemeler konulanlar yeşil seramik sırlı, kuru malzeme konulanlar ise toprak renginde olurdu. Anneannemin nezaretinde girilebilirdi kilere. Hepsi kapaklı üzerleri özenle örtülmüş iki sıra küpler…

Sonradan çocukken hikayelerde küpe binen kadınlar anlatıldığında hep bizim kileri anımsardım. O bölümü girmeye de korkardık.  

N A M I K2

Mutfakta benim ilgimi en çok çeken alet 50 santimetre boyunda ateşi üflemeye yarayan silindir demirdi. Oyun oynamak veya ateşi karıştırmak için kullanırdım. Ateşe doğru üfleyince meşe kömürü alev alev yanar ışıklar saçardı.

Mutfaktaki bakır eşyalar, yine özenle raflarda durur, kullanıldıktan sonra kurutularak yerine konulurdu. Yemek yapılırken bunların seçimi yine anneanneme aitti.

Bahçede ise yedi veren asma güller, tam ortasında ise şaşırmayın bir şeftali ağacı vardı. Bursa şeftalisi gibi büyük değil ama oldukça lezzetliydi.

Kapının hemen solunda, Diyarbakır evlerinin olmazsa olmazı kuyu vardı. Zaman zaman temizlenirdi.

Hiç unutmam bir gün sanrım annemle birlikte misafirlikten geliyorduk. Dedem kuyunun başında, aşağıda çalışan işçilerle konuşuyordu.

Merakla yanına gittim. 

Kuyudan çıkrıkla kovalar dolusu balçık çamur çıkardıktan sonra soluklanmak için yukarıya geldiklerinde ilk şoku yaşadım. İkisi de amaydı. Kuyuya girme cesaretini ancak onlar gösterebildiği için amalar kullanırdı. Kuyu temizlenince pırıl pırıl Karacadağ’daki karların erimesiyle yeraltına inen suya yeniden kavuşurduk.

Bir çok ilki dedemle yaşadık. Amerikalı astronotlar aya indikten sonra ABD’liler nasıl başardıklarını dünya duysun diye bir propaganda filmi yapmışlardı. Bir yıl sonra siyah/beyaz olan bu filmi Yıldız açık hava sinemasında izlemiştim.

Dedemle ilgili en ilginç anım ise onun mendiliydi. Sıcak Diyarbakır yazlarında bu mendili kimi zaman ıslatarak ensesine koyar, kimi zaman da benim için taze meyveleri taşımak için kullanırdı. Şimdi üretiliyor mu bu tür mendiller bilemiyorum ama büyük olduğu için neredeyse iki kiloya yakın meyve taşınabilirdi.

N A M I K3

Bir bayram öncesi yine elimden tuttu, Balıkçılarbaşı ardından Yoğurt pazarına girdik. Dedem zamanında, şimdilerde kahvaltıcılar ve hediyelik eşya satanların mekanı olan Ulu Camii’nin hemen karşındaki Hasanpaşa Hanı, Diyarbakır’ın sebze hali iken buranın müdürlüğünü yaptığı için tüm esnaf tarafından tanınır ve saygı gösterilirdi.

Her tezgahın önünde durur, selamlaştıktan sonra uçlarını düğümlediği mendilin içine çilek, yeni dünya, erik ne varsa yerleştirir. Ne kadar ısrar etse de manavlar para almazdı. Bir de bugüne kadar hiçbir yerde o lezzeti bulamadığım Diyarbakır’ın ‘Kara hübür’ denilen siyah dutu.  Kara Hübür bozulmasın diye kese kağıdına koyardık.

N A M I K4

Oradan şimdiki kuyumcular çarşına geçerdik.

Hiç sevmezdim burayı çünkü kasap ve sakatatçılar nedeniyle hiç güzel kokmazdı. Bir de ortasındaki yolun kenarlarından sürekli kanlı sular aktığı için ayağım kayardı. Elimi sıkı sıkıya tutan dedemle birlikte Diyarbakır’ın efsanesi Şeyh Güzel’in dükkanına gelirdik. Bu aylık rutinlerimizden biriydi. Çünkü Diyarbakır, yılan ve akreplerin bolca yaşadığı bir şehirdi. Toprak damlı evler nedeniyle yılan ve akrep bolca bulunur, bunlardan korunmanın adresi ise Şeyh Güzel’in efsunlamasıydı. Dükkanın duvarında sıra sıra torbalarda yılanlar bulunurdu. Sonradan öğrendim. Burada evlerde yakaladığı yılanları beslermiş. Efsunladığı kesme şekeri yiyerek efsun zırhına bürünürdük.

Gerçekten efsunlar korur muydu bilemiyorum. Ama sonradan meziyetlerini okuyunca ‘Yılanlara fısıldayan adam’ dediğim Şeyh Güzel’in efsununun etkisinin olduğu o devirde yaşayan insanlara göre gerçek.

Aradan yarım asırdan fazla bir süre geçti. Bir bayram öncesi dedemle yaptığımız bu gezi ve aldığı meyvelerin tadı hala damağımda. O şimdi çok sevdiği ve bir zamanlar icar yöntemiyle sebze ve meyve ürettiği Hevsel Bahçelerine bakan Şeyh Muhammet düzlüğünde ebedi uykusunda.

N A M I K5

O günlerden ne o ev, ne mezun olduğum okul ne de mahalle kaldı, Ulu Camii ve Hasan Paşa ise hala ayakta…

Mekanın cennet olsun sevgili dedem Seyyid Mehmet Toprak…


 

Editör: NAZMİ KAHRAMAN