Mardinkapı Dedem Abbas’ın kahvesinin yazlık kısımda dostlarla sohbet ediyoruz. Yüksek açılmış arabesk müzik kulağımı tırmalıyor. 1984 yılındayız  hit olmuş Müslüm Gürses kasetini defalarca çalıyorlar. En sonunda markacıya (şivemizde garson) kızıyorum. Kapatın şu müziği de sohbet edelim. Diyarbakır türküleri, gençlik zamanlarında yıllarda Sezen Aksu hayranıyım. Pop müzikte aranjmanları da seviyorum. Ancak Arabesk müzikten nefret ediyorum. Arkadaşım Remo ise Müslüm hayranı  “Abe, Yaranamadım albümü yeni çıktı. Sonda Müslüm Gürses bir Siverek türküsü söyli, heyran kalırsan. “ Merak ettim. Kaseti biraz sarıp B yüzünün sonunda türküyü dinlemeye başladık.

Bir cigara iç oglan

Gel kapidan geç oglan

Beni sehen vermezler de

Bu Sevdadan geç oglan, digel gel

Bakkal Mahmud'un Kızı Münire torunu Feray Sayan Hanımefendi,

Görsel için Tokat Net’e teşekkürler.

Türkünün sözlerini kurgusal olduğunu düşünmüştüm. Aradan yıllar geçti.Tokatlı Şair Süreyya Kaya bir yazısında aslında yaşanmış bir trajik aşk hikâyesi olduğunu öğrendim. 1975 yıllarda önce Sanatçı Abdullah Yüce sonra da Huri Sapan’ın plağa okuduğu bir türküydü.

"Bakkal Mahmud'un Kızı" Diyarbakır’da dillerden düşmeyen türkülerimizden birisi olmuştu. Bu türküde Siverek'e ait yer adları, Yörenin şivesi ve deyimleri bulunduğu için başka yörelere mal edilmesi mümkün olmadı. Tek cümlede bu türkünün özeti  “Siverek’in Hacı Pınar Düzü’nde Bakkal Mahmud’un kızına sevdalanmış Erzurumlu bir askerin hikâyesidir.”

Mahmud’un zorlu yaşamı Osmanlı döneminde başlar. Siverek kazasından asker dağıtımı Niksar’a çıkar. Askerlik o zamanlar bugünkü gibi kısa değildi. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra bir süre süresiz askerlik uygulandı. 1843'te kura usulü kabul edildi. Buna göre askere alınan kişiler o yıllarda beş yıl zorunlu askerlik yapıyordu.

Mahmud Tokat Niksar Kalesindeki Askerlik Şubesinde görevlidir. Osmanlı Devleti’nin buhranlı yıllarına denk gelir onun askerliği. Tehcir adını verdiğimiz fırtınalı yılların ve göçün hazin hikâyesi içinde kendini bulur. Tokat lı Şair Süreyya Bey Elazığ-Diyarbakır Kültür Buluşmalarında tanıştığı Halen Diyarbakır da oturan Feray Sayan hanımefendiden gerçek öyküsünü dinlemiş. Feray Hanım’dan Anneannesinin 1915 yılında tehcir sırasında yaşandığını söylüyor. Mahmud kafileye gelebilecek saldırılara karşı korumakla görevli askeri müfrezenin içindedir. Nadya güzelliği fark edilmesin, tecavüz olayı yaşanmasın diye yüzüne kömür karası sürmüştür.  Mahmud susayan kadına asker matarasından su verdiği Nadya yüzünü de yıkar. Mahmud kadından gözlerini ayıramaz ona âşık olur. Ani bir kararla evlenme teklif eder. Şartların getirdiği olaylar döneminde çaresiz olan kadın doğduğu Niksar’dan ayrılışın ve sevdiği eşinin kaybı ile yaşadığı acı içindedir. Mahmud’un yol boyunca ısrarlarına dayanamaz.  Bu ani teklifi kabul eder Nadya atının terkisine bindiği yakışıklı zabitle uzun bir yolculuktan sonra kendisini Siverek’te bulur.

Nadya Siverek’te Müslümanlığı kabul ederek Naciye adını alır ve evlenirler. Yıllar geçer birbirlerini severler Niksar’dan kucakta gelen ve Sabri adını verdikleri evlatlarına kardeş olarak. İki erkek Recep ve Mustafa ile iki kız Münire ve Nadime aileye katılır. Niksar’da iken maddi durumları iyi olan Naciye’nin ailesinin kumaş mağazaları vardır. Kendisi de iyi bir terzi olarak yetişmiştir. Gelirken biriktirdikleri altınları elbisesine özenle dikerek Siverek’e gelinceye kadar saklar. Altınları bozdurup Siverek’te Hacıpınar düzünde büyük bir bakkal dükkânı açarlar. (Hacıpınar Düzü denilen yer 1933 yılında Taş ustası İbrahim Yane tarafından Selçuklu mimarisine bir çeşme bulunan tarihi bir yerdir)

Naciye’de terzilik yaparak aileye yardımcı olur. Şehrin sosyal yaşantısına ayak uydurmaya gayret eder. Mahallesindeki bir komşusundan Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenir, namazını da ölünceye kadar bırakmaz. Dükkanları Süvari Alayı olarak bilinen askeriye o dönem bütün ihtiyaçlara karşılayan bir işyeridir. O zamanların marketine benzer iğneden ipliğe her şeyin bulunduğu büyük dükkândan askeriye mal satarlar. Dillere destan bir güzellikte 1927 doğumlu olan Naciye hanımefendinin kızı Münire de işyerinde yardım eder. Askeriyeye erzak alışları sırasında görevlendirilen Erzurum’un Tortum kazasının bir köyünden Hakkı adında bir jandarma eri bu alışveriş sırasında zamanla Münire Hanıma âşık olur..

Bakkal Mahmut’un torunu Feray Sayan Hanım’dan dinleyelim:

Münire Hanım sevdiği Erzurumlu delikanlıya çaresiz aşkını şöyle ifade eder;  “Bu sevdaya dayanamazsın, erimeni ve yıkılmanı istemiyorum. Bu sevdadan geç oğlan" diye sevdiğinin umudunu kesmesini ister. Oğlan ise, içindeki sevda ateşini "Hacı Pınar'ın düzü, felek ayırdı bizi" deyip kızı vermeyen anne babayı zalim feleğe benzeterek sitemini dile getirir.

"Anam babam vermiyor da, onlara edemiyem" sözleriyle, istemeyenin kendisi olmadığını, anasının babasının vermediğini ve onlara da gücünün yetmediğini anlatmaya çalışmaktadır. 

Oğlan seni seviyem

Kimselere demiyem

Anam babam vermiyor da

Onlara edemiyem di gel gel

"Bakkal Mahmud'un kızı, yaktı yandırdı bizi" dizeleriyle bu sevda ateşinin yüreğini yakıp kavurduğunu dile getirir. Kız ise oğlanın kendisine de sitem ettiğini sanarak "Oğlan seni seviyem, kimselere demiyem" diyerek oğlana sevdalı olduğunu belirtir.

Hacı Pınar'ın düzü

Felek ayırdı bizi

Bakkal Mahmud'un kızı da

Yaktı yandırdı bizi di gel gel

O yıllarda 14 yaşlarında olan Münire Hanım yakışıklı Dadaşın aşkına gel zaman git zaman kayıtsız kalamayıp karşılık veriyor. Birbirlerini delicesine seviyorlar. O yıllarda askerlik süresi bugünkü gibi değil elbette, otuz aymış. Siverek’te edindiği tanıdıkları gönderip istetiyor ama Baba: “Erzurum bize çok uzak, hasretine nasıl dayanırız?” diye vermiyor. Nihayet babasının kızı vermeyeceğini anlayınca araya hatırlı kişiler koyar. Siverek İzol Aşiretinin ileri gelenlerini araya koyup iki âşık kavuştururlar. 14 yaşında iken evleniyor. 1.5 yıl kadar askerlik bitinceye değin evli kalıyorlar. Siverek’te bu mutlu evlilikten 1943 yılında daha 16 yaşında iken Güngör adını verdikleri nur topu gibi bir de kızları oluyor. (Şu an İstanbul da yaşıyor.)

Askerlik bitince artık memleketin yolu gözüküyor. Trenle Erzurum’a oradan kamyonla Tortum’a gidiyorlar. Ancak saklanan bir sır vardı. Hakkı askere gelmeden önce Tortum’da amcasının kızı ile evliymiş ama bu durum nüfus kaydında görünmüyormuş. Üstelik bir de kızı varmış. Kapıda Münire Hanımı kucağında kızı ile kuması karşılıyor ama elden gelen bir şey yoktur. Yığılır bir an ne edeceğini ne diyeceğini bilemez, peşinden koşarak geldiği aşkının yüreğinde iki kadının yer almasını hazmedemez.  

Biçare kadın Tortum’da kaldığı iki yıl içerisinde çok eziyet yaşıyor. Neredeyse hemen her gün ev, merek, tarla arasında mekik dokuyor ve işlerinin pek çoğunu Münire hanıma gördürüyorlar. Köyde 1945 yılında Enver adını verdikleri bir oğulları oluyor. Artık severek peşinden geldiği Hakkı’nın evinde kendisine reva görülenlere dayanamaz hale geliyor. Bir mektup yazıp gizlice Siverek’e postalıyor.

Mektup Siverek’e gelince aile meclisi toplanıp Kardeşi Mustafa’yı Erzurum’a gönderiyorlar. Trenle Erzurum’a giden kardeşi Hakkı’nın köyüne ulaşıyor. Bakıyor ki kardeşi perişan bir vaziyette ve oldukça zayıflamış. Kucağındaki çocuğunu emziriyor. Eniştesi Hakkı’ya : "Sen neden yalan söyledin, bekârım diye bizi kandırdın. Sevmek böyle midir?" Diye çıkışıyor. Mustafa yirmi yaşındaki kızkardeşini ve iki yeğenini alıp Siverek'e döner. Münire ve Hakkı’nın bu derin ama sonu bahtsız aşkı unutulmaz.

Onların bu aşkına şahit olan müzikle de uğraşan komşusu 72 yaşındaki Siverekli Bandocu Mehmet Öcal yıllar sonra bu türküyü yakıyor. Sanatçı Abdullah Yüce’nin, Müslüm Gürses’in Huri Sapan’ın ve nice sanatçının kasetlerinde ve plaklarında meşhur olur.

Kaynakça: Münire Hanım’ın Kızı Feray Sayan,Tokat net haber  Hasan Akar, Tokatlı Şair Süreyya Kaya.