Aziz Fidancı/özel haber

Kalplerde yer edinen sahne, Siirt'in Kurtalan İlçesi'nden çıkan kara trenin dumanlarını savura savura Diyarbakır'ın Ergani İlçesi tren istasyonuna girmesiyle başlıyor.

Erganili kaval ustası “Hafız Zülfo”nun hikayesi kitap oldu. Kitabı da Çorumlu bir akademisyen olan Doç.Dr. Hasan Karataş yazdı. 127 sayfalık kitap, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi’nde “Hafız Zülfo”nun kavalının yanında yerini aldı.

Whatsapp Image 2023 12 20 At 17.59.12

Eldeki bilgiler “Hafız Zülfo”nun 1940’lı yıllardan, 1980’lı yıllara kadar Ergani Tren İstasyonunda kaval çaldığı yönünde.  Bozkırın Vivaldisi “Hafız Zülfo” ile kızının istasyondaki görüntüsü, bu güzergahı kullanan bir çok kişi için hafızalarda hala tazeliğini koruyor. 

“Hafız Zülfo”nun kent müzesinde bir de köşesi var. Aslında kent müzesi yöneticileri, Diyarbakırlı Ermeni Nişo’nun kavalını bulmak için yola çıkmışlar. Ancak, kavala ulaşma çabaları hikayeyi bambaşka bir yere götürmüş.

O anları Diyarbakır Kent Müzesi Müdürü Ercan Alpay şöyle anlattı:

“Biz aslında Nişo ustanın kavalının peşindeydik. Diyarbakır’da önemli bir kaval ustasıydı. Piyasda bir kaç kavalı kalmıştı. Birinin bir müzik öğretmeninde olduğunu öğrendik. Gittik kendisini bulduk, görüştük. Ama hiç bir şekilde kavalı vermek istemedi. Sonra, bir haber daha geldi. Nişo’nun bir kavalının merkez Bağlar İlçesinde bir berberde olduğunu öğrendik. Bu kez onu almak için harekete geçtik.”

Ercan Alpay’ın bundan sonraki anlatımlarına “Bozkırdaki Vivaldi Hafız Zülfo” kitabından bakalım:

Şimşeklerin dansı tarihi aydınlattı Şimşeklerin dansı tarihi aydınlattı

“Zeynep’le birlikte söz konusu berbere gittik. Küçücük sokak arası bir dükkandı. Hamza Ayna isimli berber bizi karşıladı. Kendimizi tanıtıp. Çalışmalarımızdan bahsettik. Bu kavalın Diyarbakır Kent Müzesi koleksiyonu için önemli bir parça olduğunu, müzeye satabileceğini ya da hibe edebileceğini söyledik. Hamza Ayna, ‘Diyarbakır’da müze kuruluyorsa bir Diyarbakırlı olarak kavalı satmam ayıp olur.’dedi. Bu sözü bizi çok etkiledi.”

Diyarbakır Müze Müdürü Ercan Alpay, mesai arkadaşı Zeynep’le Nişo’nun kavalının peşine düşerken kendisini bambaşka bir hikayenin içinde buldu. Çünkü bulduğu kaval hem Nişo’nun, hem de yıllarca kıymeti anlaşılmamış usta bir yorumcu olan Erganili “Hafız Zülfo”nun çaldığı kavaldı. 

“Hafız Zülfo”nun 40 yılı aşkın çaldığı bu kaval, şimdilerde Diyarbakır Müzesi’nin en önemli parçaları arasında yer alıyor ve kavalla ilgili şu bilgiler paylaşılıyor:

Nişonun kavalı

Kaval; çoban çalgısı olarak bilinen kaval, yörede daha çok şimşir ağacından, altta 1 ve üstte 7 delikli olarak imal edilir. Dilli kaval ve dilsiz kaval olarak adlandırılan iki türü vardır. Dilli kavalın ucunda ses üretimini sağlayan bir düdük bulunur.

Müzemiz sergisinde yaralan kaval Dikran Nişan (Nişo usta)tarafından yapılan kavaldır. Nişo Usta yörede Popo Usta olarak tanınan Maybalı Hagop tarafından marangoz olarak yetiştirilmiştir. Nişo usta 12 yaşında daha çırakken kaval yapma merakı vardır. Bazen ustasından gizli olarak kaval yapar ve yaptığı kavalı ustası kendisine kızar düşüncesiyle kırarmış. Meslek hayatı boyunca marangozluğun gerektirdiği birçok işi ince işçilikle yapan Nişo usta, aynı zamanda aklı hep üflemeli müzik aletleri yapmak üstüneydi. Emekli olan ustası; İşleri, iyi yetiştirdiği Nişo ustaya teslim ettikten sonra Nişo Usta marangozluğun yanında kaval, düdük ve zurna üretmeye başlamıştır. Yaptığı kavalların sesi o kadar yumuşaktı ki kilometrelerce uzaktan duyulurdu. Kendisi o kadar çok müzik aleti yapmıştır ki belki de yaptığı müzik aletlerinin sayısını dahi bilmemekteydi.

Müzemizde bulunan Nişo ustaya ait bu kavalın sesi de hikâyelere, şiirlere, filmlere konu olmuştur. Bu kavalı üfleyen en son kişi Erganili Hafız Zülfo’dur. Kavalı çalan Hafız Zülfo (Zülfü Yokuş) 1940 – 1980 yılları arasında Ergani tren istasyonunda kaval çalan bir sokak sanatçısıdır. Ergani’den geçen birçok sanatçı trenin durduğu kısa anda Hafız Zülfo’nun kavalından etkilenmiş ve eserlerinde hafızdan bahsetmiştir. Yaşar Kemal Türkiye’nin ilk kadın mimarı olan Mualla Eyüboğlu’na yazdığı aşk mektubunda Hafız Zülfodan bahseder, Yılmaz Güney Sürü filminin Ergani istasyonu bölümünde konu olarak kaval çalan hafızı alır. Osman Şahin’in Bozkırda Vivaldi “hikâyesi” Hafız Zülfo için yazılmıştır. Müslüm Üzülmez hafızın hayatını yazdığı yazısında ona “Hüznün ve Gurbetin sesi” der.  Yılmaz Odabaşı, “Vivaldi Zülfo” yazısını Hafız Zülfo için yazmıştır. “

Kavalın yeraldığı köşe de bir şiir de yer alır. Erganili şair Mithat Üzülmez’e ait bu şiir, aynı zamanda Hafız’ın ne kadar etkili bir kavalcı olduğunu da anlatıyor.

“Ben seni beklerken” şiiri şu dizelerden oluşuyor:

“Bir gün yolun düşerse Ergani’ye
O küçük kızı görmeden
Hafız’ın kavalını dinlemeden
Sakın ha!…
Gideyim deme.”
“Anlatır sana
Anlatır memleketin insanlarını
İnsanlarının
Soylu ve yiğitçe sevmelerini.
Göreceksin
Kavalındaki ses
Boğazında düğüm düğüm

Yüreğinde kör düğüm olacaktır
Alacaktır seni senden
Savuracaktır
Doğduğun topraklara
Sevdalandığın yıllara.
Yeniden doğacaksın
Yeniden sevdalanacaksın oralarda”

Hafız Zülfo ile ilgili bir çok bilgi var. Bunlardan biri de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür ve Medeniyet Dergisinde yer alan aşağıdaki yazıdır. Yazıda “Hafız Zülfo" Zülkif Yokuş ile ilgili şöyle deniyor: 

 “Asıl adının Zülkif Yokuş olduğu, 1912 yılının Temmuz ayında Ergani’ye bağlı Birsin Köyü’nde doğduğu ve 15 Mayıs 1995’te Ergani’de vefat ettiği biliniyor. Cumhuriyet öncesinde Güneydoğu’nun bir köyünü ve o köyün tek gözlü, yoksul ve kalabalık evlerini tahayyül etmek zor olmasa gerek, ama Zülkif’in ne vakit o köyden çıkıp Ergani’ye geldiğini, kaval çalmayı kimden öğrendiğini, köyünde koyunlara kaval çalıp çalmadığını ve gözlerinin ne zaman, nasıl kör olduğunu hiç bilemeyeceğiz. İnsanların fiziksel kusurlarının bir lakap gibi üzerlerine yapıştığı hemen her Anadolu kasabasında olduğu gibi Ergani’de de Zülkif, ‘Kör Zülkif’ olarak bilinir. Bazen de ‘Hafız Zülkif’tir ve bu lakabı neden aldığı da onun hakkındaki çoğu şey gibi sırdır. ‘Bozkır’da Vivaldi’ Kavalcı Zülfo’yu en yakından tanıyan, mekanların da bir ruhu varsa şayet, Ergani Tren İstasyonu olmalı… İyice yaşlanıp, gariban evindeki mukavvadan yatağı üzerine kıvrılana kadar hep o istasyonda, tren rayları boyunca kaval çaldı Zülfo. İstasyon çalışanları, makinistler, peronda tren bekleyenler ya da Ergani’den geçerken vagonlarda oturan kadınlar, erkekler, camlardan sarkan çocuklar da onu tanırdı. Onu ve elindeki bakır tası, üç beş kuruş atsınlar diye yolculara uzatan küçük kızını…”

Hafız Zülfo 1978 yapımı olan “Sürü” filminin bir sahnesinde de kısaca yer alır. Ancak, o kısa an milyonları etkilemiştir. 

Senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, başrollerini ise Tarık Akan, Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz’İn paylaştığı “Sürü” filmindeki o sahne aradan geçen 43 yıla rağmen hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Filmde gerçekten “Hafız Zülfo” ve kızı mı oynadı, yoksa canlandırma mı yapıldı bilinmez ancak, hem o dönemin popüler filmi ile ilgili hem de başka kişilerin anlattığı bilgilerle ilgili dergide şu görüşler paylaşılıyor:

“Yılmaz Güney, ‘Sürü’ filminin bir kıyısına oturtmuştur demir rayların kıyısında müzikli bir yürüyüş tutturan bu babayla kızı. Filmde, daha genç, takım elbiseli biridir Kavalcı Zülfo ama onu çocukluk günlerinden bu yana görüp bilenler bambaşka bir portre çizerler. Bu anlamda elimizdeki en güvenilir kaynaklardan biri Dicle Öğretmen Okulu’nda okuyan Osman Şahin’in, hem sıradışı müzik öğretmenini hem de Kavalcı Zülfo’yu anlattığı ‘Bozkırda Vivaldi’ hikâyesidir. Kavalcı Zülfo’yu her Erganili çocuk gibi tren istasyonunda sıklıkla gören ama onun değerini sonradan anlayan Şahin, hikâye boyunca ‘kıymeti bilinmemiş bir halk sanatçısının’ hakkını teslim etme çabası içindedir. “Zülküf Baba kör bir dilenciydi” diye başlar onu tasvir etmeye. Kasaba halkının gözünde evet Zülkif Yokuş, bir dilenciden öte değildir ama bugün bakıldığında o, kavalıyla hayatını kazanan bir sokak müzisyenidir pekâlâ. Osman Şahin ustaca betimlemelerine şöyle devam eder; “Tren boylarını kavalıyla türküleyen biriydi. İri yarı olmasına karşın bir adım önünü göremezdi. Çok da yaşlıydı. Üstüne bastığı toprakların bel ki de en kocamış kişisiydi. İri yarı, uzun yüzlü, gür destansı sakallıydı. Yüzünde derin oyulmuş çizgileriyle Çayönü’ndeki Asur kabartmalarından çıkıp gelmiş gibiydi. Kalın abası, yün ve kıl yamalarla ağırlaşmış şalvarı, sıvaları dökülmüş akmış eski sur taşlarından farksızdı. ”

“Hafız Zülfo”nun “Nişo Usta” ile tanışması

Akademisyen Hasan Karataş’ın kitabında, Hafız Zülfo ile Nişo Usta’nın nasıl tanıştığı da yer alıyor. İşte, iki ustanın buluşma anı:

“Zülküf çocuk yaşta gözler kör olduktan bir süre sonra hafızlığa başlar. Körlüğünden ötürü, annesi ve amcasının karısı, sırf başka bir uğraş olsun diye avcı tüfeğinin borusunu hafıza verirler. Hafız, o tüfek borusuna delikler açarak bir kavala dönüştürür ve uzun bir süre kendi kendine bu kavalı çalar. Bu duruma üzülen arkadasları ona Diyarbakr'da Ermeni Nişo diye birinin kaval yaptığını söylerler ve kendisini alıp direkt olarak Diyarbakır esnafından Nişo’ya götürürler. Arkadaşları, Nişo'dan Hafız Zülfo için güzel bir kaval yapmasını isterler. Nişo, Hafız'a bir kaval verir ve çalmasını ister. Hafız Zülfo, kavalı çalmaya başlar. Nişo bu sesin çekiciliği, yanıklığı ve güzelliği karşısında mest olur ve kavalı hediye eder. Hafız, kavalı aldığı gibi çalmaya başlar ve kavala olan hayranlığı daha çok artar. Gözleri görmemesine rağmen kaval çalmada üstad seviyesine yükselir.”

Bozkırdaki Vivaldi Hafız Zülfo, bir çok yazıya, makaleye, filme ve kitaba konu oldu ancak, o ölene kadar Ergani Tren İstasyonunda kaval çalan kör bir dilenci muamelesi gördü.

Kaynak: Aziz Fidancı