Diyarbakır'da kadınların biraraya gelerek, imece usulü yaptıkları şehriye özellikle pilavlara katılıyor. Şehriye yapımı, yüzyıllar içinde, şehir kültüründe 'şahriye geceleri' adıyla gelenek halini aldı. Daha önce yazdığım “Diyarbakır kızı İrma” kitabımdan tadımlık bir bölüm.

İrma İlkokul Müfettişi ayarındaki denetimleri kendisine görücü gelirken yaşadığından tecrübeliydi. Komşusu Zaza Sakine Hanım ’’feriştah (İran şahı) olsanız tek başızabitiremezsiz’’ demiş. İrma’nın Arkadaşı Remziye Hanım’ın yardım etmesi ile Şake’inin (Hıllığıni ) pestilini çıkarmışlardı. İki günde evi hep beraber pir-ü pak (tertemiz ) etmişlerdi. Bedros da Dörtyol’da Onur Palas otelinin altında ki Atlas şekerlemeden şahre kesilirken ikram edilecek kırmızı, bordo, beyaz renk renk susamlı akide şekerlerini aldı. Artık törenin tedariki yapılmıştı. Şahre öncesi herkesin elini yıkaması gerekiyordu. Misafirlerin ta aşağı kata inip avludaki musluktan ellerini yeşil Nizip sabunuyla yıkamaları saygısızlık olurdu. Şake misafir odasında elinde gümüş leğen ve ibrikle bekliyordu. Bu tören el yıkamaktan öte bir şahre kesme töreninin başlangıcıydı. El yıkamayanların şahreyi adim edeceklerini (kirleteceklerin)  önlemi alınıyordu. ŞakeTelkari ustası Süryani Emsih’in, bir sanat eseri güzelliğinde olan binlerce yıllık Süryani desenlerini işlediği Gümüş ibrikle’’ Benim elime kimse su dökemez’’ diye böbürlenen Artin Annesi Rihan Hanım’ın eline su döküyordu.  Rihan hanım da çaktırmadan gelinlik kızı alıcı bakışlarla oğluna layık olup olamayacağına karar vermek için süzüyordu. Şake’de aşırı kibar davranarak ilk imtihandan geçti. Şake gümüş ibrikle, gümüş leğeni alıp uzaklaştı.

Şake, Rihan Hanımın Şahre kesilen yüksek olan tavanında yirmi üç meşe direk bulunan, güve gelmemesi için üstüne katran sürülen, tahtayla örtülen üst kısmı toprakla kapatılan beyaz badanalı misafir odasına gittiğini düşünürken yanılıyordu. Rihan Hanım onu gizlice takip edip pis su dolu gümüş leğenin tembellikten pacadanküçeye (pencereden sokağa) dökülmeyip. Ta aşağıya kadar mutfakta Belloa’ya (pis su gideri) oluğuna döküldüğünü görünce Şake’nin gerçekten çalışkan olduğuna karar verdi. Şake aniden dönüp Rihan Hanımı karşısın da görünce şaşırdı. Rihan hanım alelacele beyaz bir yalan söylemek zorunda kaldı. ‘’Hele ölmiş baban her’ine (Hayırına ) bi tas su verisen.’’ Şake bu esrarengiz takibi anlamasına rağmen yine kibardı. ‘’Niye buraya keder zehmetettiz. Ben size getirirdim dedi. Şake Hacı Sabiha Hanım’ın Mekke-i mükerremeden getirip onlara hediye ettiği Arapça dualarla işlemeli, dışı sarı içi kalaylı Hac tasına su doldurdu. Rihan hanım suyu içtikten sonra gülümseyerek; ‘’Allah kızımı bahtını açık ede, su gibi Aziz olasan’’ diye teşekkür edip Nahit taşlardan yukarıya çıkarken görümce adayı Rakel’le ayni fikirdeydi. Kendi kendine söylenirken Diyarbekir’de kaynana olanlarla aynı aynı sözleri tekrar etmiş oldu. Ufak tefek kusurları olsa da hele oğlumla gezsinler tozsunlar heveslerini alsınlar, cicim ayları geçsin, ben onu mum gibi ederim diye düşünüyordu. Ana kraliçe olarak hevesini çıkarmayı, görümce adayı kızı Rakel’le bir olup, kaynanaların acımasız dişlerini daha sonra göstermeye karar verdi. 

Diyarbekir’in kendine has küçelerin de yaşayan, Acı ve sevincini ortak yaşayan, Hanbeli, Türk, Arap, Kürt, Keldani, Ermeni, Ezidi ve Süryani’nin hep birlikte kardeş sofrasında davet ettiklerinde ikram edecekleri Bulgurun kardeşi Şehriye ortak bir imeceyle elle kesiliyordu. Bulgur pilavıyla buluşan şehriyenin, Kerejdağ Tiftil (Küptepe ) köyünden gelen sadeyağla pişirilen Meftunenin olduğu davetlerde Alipaşa mehlesinde yüzyıllar geçsede bozulmayan kadim dostluklar kurulmuştu.  Ne yazık ki Şahre kültürü tarihin tozlu sayfalarında ya da sararmış fotoğraflarda gülümseyen yüzlerin güzel birer anı olarak kalacaktı. Başına geleceklerden habersiz bu şehrin masum insanları sonraki yıllarda Dünyanın dört bir tarafına savrulan New jersey de yaşayan Süryaniler, Lyon da yaşayan Ermeniler, Göteburg’da yaşayan Keldaniler, Stockholm de yaşayan Kürtler kaybolan kardeşliklerini hatırlayıp uzun olaydi o günler diyeceklerdi. Gurbette onlara nerelisiniz diye sorduklarında etnik kimliklerini hiç bahsetmeyecek, sadece yaşadıkları anıları hatırlamak isteyeceklerdi.  Önce gözlerinden yaşlar süzülecek sonra ellerini göğüslerine vuracaklar hepimiz önce Diyarbekir’liyiz diyeceklerdi. Herkes yitirilen bir mutluluğu hasretle anacak, mahallenin çoğu doğduğu toprakların hasretiyle ölecekti.

İnsanların mutluluk içinde ömür sürdüğü Alipaşa da için ‘’şahre” geceleri” önemi büyüktü. Bu tören sadece Bir hamurun ipince kesilip şehriye yapılması değildi. Onların dostluklarını pekiştiren bir bağdı. İhtiyacı olan insanlara yardım edilmesi, günlük dedikoduların konuşulduğu, Gelinlik kızların arz-ı endam ettikleri bir buluşma mekânıydı. Sarıpişo’nun babaannesi Ebe Kâmile 1970 li yıllarda Suriçinin yarısının ebesiydi. Her Şahre gecesinin yaşlı bilge kişisi olduğundan törenin başlaması için ilk kelamı edip geleneksel hale gelmiş duasına başladı. ‘’Her û bereket olsun inşallah, İçine İbrahim Peygamber ‘in bereketi dolsun, izzet û ikram günlerinde hep birlikte yiyelim’’diye temennide bulunup, ‘’Hele bahan bieşbah atın’’ dedi. Eşbah dedikleri yağlanmış bir avuç hamuru alıp usta elleriyle havada tutup dakikada yüz yirmi şehriye kesmeye başlayınca tören resmen başlamış oldu. Ebe Kamile’nin gelini Remziye Hanım elini ibrikte yıkayıp bir kez El çırpınca İrma onun şahreye başlamak istediğini anladı. Bakır Kuşhanaya (tencere)  koyduğu topaklara ayrılmış bir avuç hamuru ona attı. Bu hamur topağına eşpah deniyordu. Atılan eşpahı alan Remziye hanımda büyük bir ustalıkla hamuru havada kaptı.  Saniyeler içinde şehriye kırılıpkesildi.şehriye üretimine başladı. Müslime Hanım’da iki kez el çırpınca her zaman bağırdığı gibi ‘’Göstekler ağzımda akide şekeri olmadan şahre kesmem‘’ demesine lüzum kalmadı. İrma’nınşahre gecelerinin ayrılmaz bir parçası olan akide şekerini dagıtmakla görevli Sarı Pişoya baktı. Bu iki el çırpma âdetini şeker istiyorum anlamına geldiğini artık alıştığındanSarıpişo bordo renkte susamlı akide şekerini Müslime hanımın önündeki beyaz örtüye attı.

 Aslında İrma’nın kurda kuzu emanet ettiğinden haberi yoktu. Sarıpişo daha şehriye başlamadan etrafını iyıce kolaçan etti.  Kendisine kimsenin bakmadığını görünce bi yeşil, bi kırmızı Diyarbekirspor rengi, ha bu turuncu güzel gözüktü diyerek, şekerleri haklamaya başladı. İrma gümüş şekerdanlıgın dibi gözükmeye başladığını görünce ağzında üç şeker birden olan Sarı Pişo’nun kafasına bir tepik vurdu. Ula şekeri helandi (yedin, bitirdin)  ettin. Parasında değilem.  Bişedegel amel-i virik (ishal) olacahsan. Ceza olarah yarın bu şahreleriTumese sen götüracahsan dedi. Bizde kalasan, sebehtêzden apar, (sabah erken götür)Tumesin fırını helvet (tenha)  olur.

Sarı Pişo başına gelecekleri az çok tahmin ediyordu. Beyaz saten örtülerde derin bir uykuya dalan kupkuru olmuş şehriye fırının yolunu tutacaktı. Ertesi gün başında kocaman teşt’leDiyarbekir’in bazalt taşlı dar sokaklarını arşınlayacak. her yıl ezberlediği sözleri ErmeniTümese söyleyecekti.  ‘’İrma Teyze selam söli bizim şahreyi pişirirken ataş tarafına değil, koltuğa (Fırında ateşe zıt tarafı ) atsın deyi yavaş pişsin yanmasın) Fırıncı Tümes de sinirlenecekti. ‘’O göstegesöle, bahan işimi öğretmesin’’  diyecek simit pişirilen siyah tablaların içine şehriyeyi koyup cehennem sıcağındaki fırının tablalarını arasıra çıkarıp karıştıracaktı. Tek bir şehriye tanesinin diğer tanesiyle aynı renkte olması için tecrübeli gözleriyle her zaman tutturduğu açık kahverengi tonunu görenler ‘’AllahvekilTümes’in (Fırıncı Ermeni Thomas 1917-1992) üzerine fırıncı değil Diyarbekir’deErabistan da bile yohtur’’ diyeceklerdi .Tümes öteki dünyaya göçünce o fırın dünyaya küsecek, zaman duracak, içi biraz yıkılacak 2010 yılına kadar kapalı kalacaktı.

Yüzünde yılların çizgilerini taşıyan Ebe Kamile Tuluat tiyatrosunda olayları yönlendiren kavuklu ise Müslime Hanım da renk katmak için ibiş gibi davranıyordu; ‘’Kamile Bibi dohtora gitmişsen kele bacım herdir geçmiş olsun neyin vardı’’ Ebe Kamile önce yüzünü ekşitti acılı bir sesle;  ‘’Valla hangi hesteligi ararsan var. Kapı kapı gezdim derdime derman aradım ama bulamadım.’’ Suakar pasajında Halil beg’e beni muayene etti, dedim midem yanıyor, dedi sahan iğne yazıyam. Onun çocuhluğunibiliyem nazım da geçi. Ben dedim korkuyam, dedi sahan hap yazım, dedim midem bulaniiçemiyem, şurup yazacahti. Şurup tadı meyhoş (ekşi) olan varsa yaz, yohsaiçmeyem dedim. Oda bahan kızdı. Zeten miden yani meyhoşolurmu dedi. odakaghti duvarda bir dua yazidi onu çerçeveden çıhardi dedi ha buni muska niyetine hamaylı yap, belki geçer dedi. Seninle uğraşamam dedi.‘’Şahre evi’’nde günlük dertlerin unutulduğu komik olaylar anlatıldıkça herkesin neşesi yerine gelmişti.

Ebe Kamile Şake’yişahre kesme bahanesiyle içlerinden gizli hesaplar yapan görücülerine övmesi gerektiğini düşündü. Kırk yıllık komşusunun o yıllarda zaten birkaç tane olan gelin Faytonuna giden yolu kısaltması gerekiyordu. Ebe olduğundan kendi tecrübesine dayanarak Şakeyi kendi yorumuyla övdü. Yorum tuhaf kaçsa da herkesin ilgisini çekti. Ebe Kamile önce Şakenin gıdısını okşadı. ‘’Uy senin gadanalim. Hele şunun endamına, gamzesine bahın, yüzü ay parcası gibi, sanki gül bahçasından altın bir tas’’ dedi ismi Ermenice Reyhan anlamına gelen Görücü Rihan hanım Ebe Kamile’ ye ‘’Vallah sende güneş yüzi görmemiş laflar var birez daha açıhsöleanlıyah’’  Ebe Nono Dada bilge tavrıyla ‘’Yüzlerce kişi dogurmuşam ha bu kız elimde doğmuştur. Bi kızın yüzü güzelse hacetini (çiş) yaparken Gül bahçasından altın bir tassss diye ses gelir.’’  Şake yüzünden utangaç bir gülümseme geçti. Başını öne egdi. İrmagülüyordu.’’Kamile Bibi yani kadınlar çişlerinegöremi tanısan’’ Ebe Kamile ‘’Herkesin durumuna göre değişir’’  dedi. İrma ben mesela üç uşaghsahabıyam (çocuk sahibiyim) bahan ne deyisen’’ Nono Dada tülbentini düzeltip düşündü.  ‘’Bahsölerem sonra burdautanmıyasan. İstisenyalavuz (yalnız)  kaldığımızda sölerem’’ dedi. İrma’nın yerine Remziye Hanım cevap verdi, arkadaşına samimiyetten takıldı. ‘’İrma utanmazın tekidir yüzü soba muşambası gibidir söle’’ Ebe Kamile eğer bi kadın yüzini de görmesen de yüz numaradan (Tuvalet) çiş sesinden tanıram. Evlenmişse muradına ermişse, bi de çocuk sahabi olmuşsa, Eyledim gönlümü oldum bir hoşşş diye ses gelir’’ Tüm kadınların gülmekten kırılıyordu.

Ebe Kamile’ye esas imtihan sorusu geldi.  Eskiden hamama bohça taşıyan natraolan  Çocukların ‘’hamam delegi ‘’ diye kızdırdıkları, onbir çocuk dogurmuş seksen yaşındaki yaşlı Rukiye Hanım ‘’Kamile Kele bacım sen benimkinin sesini duymuşsam’’ deyince  ‘’Bahsölerem rezil olursan dedi’’ Bütün genç kızlar söyle, söyle diye tempo tuttu. Nono Dada dayanamadı söyledi. ‘’Bu hamam deleğiRukiyenin yüznumaradan sesi bele geli. Yıhıldım viran oldum paldır foşşşşş’’ Herkes kahkalarla gülerken Alipaşalı Rukiye Hanım çok alınmıştı. ‘’ Vii  tensize (görgüsüz) bah sanki ben tevşomevşo (yüzüm gözün egilmiş ) olmuşamtakattan (güç ) düşmüşem sanki.’’ Ebe Kamile uzun bir gösteeek diyerek bağırdı. ‘’Senin  küçük abdestini tutamadığını bütün Alipaşa mehlesi bili, kaç yıldır bu yüzden Ayni Minareye camisine teravih namazına seni görmiyem., Niye sahlisan sen demedim söle diye, bende söledim’’

Görseller: NTV TV ve Medyascope.