Geçen pazar günü sabah saat 08.40’te İstanbul Küçükçekmece sakin bir güne uyanmıştı. 1988 yılında inşa edilen bir bina, büyük bir gürültüyle yerle bir oldu. Üstelik herhangi bir yer sarsıntısı kaydedilmemişti. Ancak 3 katlı yapı 1 kişiyi hayattan koparırken 8 kişi yaralı kurtuldu. Yapılan incelemeler sonucu, binanın deniz kumuyla inşa edildiği ortaya çıkmış olsa da, akıllara gelen ilk soru kolonların kesilmiş olup olmadığıydı. Giriş katında dönerci büfesi bulunan yapıdaki incelemeler kolon kesilmemişti Ancak dikkat çekilen diğer detay, 3 katlı apartmana sonradan eklenen kaçak 1 buçuk kat oldu. Acaba sonradan çıkılan kaçak kat 3 katlı yapıyı yıkar mı? 

Küçükçekmece'de çöken 3 katlı binaya ilişkin Prof. Dr. Naci Görür'den açıklama geldi. Görür, 'Bugün binalar kendiliğinden çökerse yarın depremde ne olur onu düşünemiyorum bile' ifadelerini kullandı.

İbrahim tatlıses’in bir şarkısından etkilendim.

Hayatıma bir son vermek istersen

Hançere gerek yok gözlerin var ya

Gazetelerin başlıklarına baktım uyarıcı olsun daha trajik olabilir diye daha acımasız bir başlık yazdım. Depreme bile gerek yok çürük binalar var ya…

Milliyet gazetesinden Gülden Çoktan’ın yazısından haberin ayrıntısını alalım. Küçükçekmece'deki binanın yıkılması için tüm şartlar hazırmış Küçükçekmece Kartaltepe Mahallesi’nde Belediye Caddesi ile Geçit Sokağı’nın kesişim noktasında bulunan dört katlı bir apartman, dün sabah saatlerinde çöktü. Enkaz altında kalan Mikail Atlı,Kemal Parahadov, Aygozel Charyewal, Charyyev Charyyev, Atacan Baltaev, Korkut Yılmaz Ayaz, Seyitgül Babajanowa ve S.D.kurtarılarak hastaneye götürüldü. Dovletyar Charyyev’in ise cansız bedenine ulaşıldı. Yaralılardan altı aylık S.D. isimli kız çocuğunun hayati tehlikesinin sürdüğü öğrenildi.

Şimdi de 1999 yılına dönelim. 17 Ağustos sıcak bir gündü hanım isot ve domates salçası yapmak için Siverek’te olduğundan yaşlı annemle yalnız kalıyoruz.  Önceki paragrafta yazan mahallenin birkaç cadde yakınındayız. Bir ilaç firmasının bölge müdürlüğünü yaparken uzun süren bir mesai ve toplantıdan dolayı yorgun düştüm. Saat 11:00 gibi uyurken yatakta sanki birisi beni hafifçe sallıyordu.. 45 saniye süren depremin ilk otuz saniyesini hissetmedim. Sarsıntı hızlanmaya başladı yataktan düştüm. O an düşündüğüm tek şey, tekbir getirmek ve karşı odadaki yaşlı annemin yanına gitmekti. Hani dar bir yolda birsiyle karşılarsınız yol vemek istesiniz bile aşırı nezaketten bir an burun buruna gelirsiniz. Tam böyle bir kaos yaşadım. Aramızda bir metre olan kapı ulaştığımda kapı birkaç metre öteye gidiyordu.  Tekrar hamle yapınca kapı ters istikamette oluyordu. Bunun bilimsel açılamasını Fransız Jeofizikçi Profesör Xavier Le Pichon yaptı. Türkiye'nin 4 metre batıya kaydığını açıkladı. Yani Adapazarı’ndan başlayarak toprak tabakası 4 metre Avrupa’ya doğru gitmişti. 

17 Ağustos 1999'da saat 03.02'de 7,4 büyüklüğünde meydana gelen ve 45 saniye süren Marmara Depremi, Kocaeli, Sakarya, İstanbul, Düzce ve Yalova'da yıkıma yol açtı. Depremde 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti, 43 bin 953 kişi yaralandı.

Küçükçekmece’de Kaldığımız sitede 90 daireli sanırım 12 blok vardı. Kimse infiale kapılmasın diye sitenin adını yazamam. Çünkü bu durumda olan çürük bina sayısı başta Zeytinburnu ilçesi olmak üzere iç karartacak bir sayıda olduğunu geçen gün gazeteler yazdı. Ancak Belediye veya bir emniyet yetkilisi sorarsa söz konusu sitede sattığım dairenin tapu bilgilerini, jeofizik durumunu, sıvılaşma durumunu anlatabilirim. 19 Ağustos 1999 günü yanımızdaki bloku belediye mühürledi. Fazla değil sanırım bir hafta sonra mühür söküldü. Oturanlar evlerine geri döndüler. Bizim aile İstanbul’da en güvenli olarak bilinen Beykoz Çavuşbaşı tepesinde kardeşimin Giresunlu hemşire olan hanımının ailesinde kaldık. Misafirlik bir yere kadardı eve döndük. Hafif hasarlı evimiz  mis gibi kokuyordu. Neden mi banyoda kırılan 4 adet parfüm şişesinden,  mutfak dolaplarından firar etmek isteyen tabak çanaklarımızın üzerine onun üstündeki tencereler düşünce hepsi kırılmıştı. Mutfağa yeniden tabak takımı almak zorunda kaldık. Aklıma takılan diğer bina mühürlendiyse neden bize uyarıda bulunmadılar. 10 katlı olan binamızın dışarıdan bakınca yaklaşık iki giriş olan blok apartmanımızın bir eğrilik olduğunu gördüm. Depremden sonra Küçükçekmece belediyesinden mühendisler karot beton örneği alırlarken gördüm sonucu site yönetimi aldı bize göstermek istemeyince şüphelendim. Küçükçekmece Belediyesine gittim raporlarımız var, endişe etmeyin dediler. Belki de vicdanı sızlayan bir memur benimle asansöre kadar geldi. Bana göz kırpıp “size tuvaleti göstereyim” dedi. Kulağıma şu cümleyi fısıldadı. “ Bir an evvel o evi boşaltın. Zemin sıvılaşması var, üstelik deniz kumu kullanıldığından bundan sonraki depremde yıkılır.  Sizin binada kapıcı dairesinden başlayan bir çatlak tüm dairelerde var en üst kata bakın o çatlağı göreceksiniz” Başka birisi tuvalete girince benle aniden konuşmamı kesip masasına döndü.

Sonuçta eve dönünce çatlağı kapıcı dairesinden başladığını üst katlarda olduğunu gözümle gördüm. Yakınımızda olan inşaatlara tankerle su taşıyan bir firma sahibi sizin evin altından 20 dakikada 25 ton suyu motorla çekiyorum. Boşlukta oturuyorsunuz. Bir bardak su gösterdi üzerine kalemlik koydu.  Sizin binanızın altında alüvyon zemin, altında kireç taşı en altta ise bildiğimiz su var. Siz boşlukta oturuyorsunuz. Tesadüfen misafirliğe gelen bir inşaat mühendisi arkadaşa durumu anlattım. Benden bir pense istedi. Duvardaki tabloyu çıkarıp yere koydu. Çiviyi duvardan çıkarırken çivinin başı pensede kökü içerde kaldı. “Sizin binanın demirleri korozyondan okside olmuş yani paslanmış. Zemimden çıkan su ile kapıcı kovalarca suyu dışarı çıakarıyordu. Tornavidayla betonu kolaylık kazıdı. Korkunç bir gerçekler yüz yüzeydim. Çivi nemden paslanmıştı. Diyarbakır’a bir haftalık dönüşümden sonra masadaki kabak çekirdeğini rutubetten ıpıslak görünce binaya olan nefretim ve korkum had safhaya ulaştı.

Görselde benim evin satılık ilanıhala bende duruyor. İkinc görselde  sıvılaşmanın nasıl olduğuna Dr. Eşref Atabey’in incelemesi. Araştırmama göre bizim bina pembe olan bölge gibi olmuştu.

2000 yılında İstanbul’un zemin haritasını tüm gazeteler yayınladı. Evet bundan sonrası daha vahim. Sarıyer, Beykoz,  Levent sanayi mah. Gibi Zemin açısından kayalık olan daha güvenli olduğu anlaşıldı. Tıpkı Amerika’nın Altın madeni olan yerlere olan“Altına hücum” filmleri gibi o kayalık semtlere taşınma başladı. Ev sahipleri o “alçak” çatlağı örtmek için güzelce saten boyalarla ayıbı gizlediler. Mutfağı banyoyu yeniden dekore ettiler. Merkezi sistem olan kömür kaloriferi iptal edilip yeni kombi ve radyatör taktılar. Yeni avizeler ve mobilya takımları alıp evleri eşyalı olarak satanlarda oldu. İçine girdiğinizde hayran kalacağınız 1985 model evlerini sattılar. Ben günlerce düşündüm. Ya satacağım evde ilk olacak depremde birileri ölürse bu vebalin altında nasıl kalacaktım. Emekliliğim olursa Diyarbakır’a yerleşirim diye düşünürken Şirket bir karar almış beni Ankara bölge müdürlüne getirdiler. Evi satmak için emlak firmalarına gittim görüştüm. 200 yılında evin değeri 130 Bin dekorasyonu yenilenenler 150 bin YTL idi (o zamanlar TL değil YTL vardı) görselde olan ilanı verdim. Emlakçılar ilk kez salak bir satıcı görmüşlerdi. Şartlarım vardı. Evi alacak kişiye evin hasarlı olduğunu bu yüzden 75 bin YTL sattığımı söylemeleri zorunluydu.  Bina da zeminden başlayan bir çatlak göstermeden evi satmam dedim. Tapu annemde vekâlet bendeydi. Akrabalarımın tüm eleştirilerine rağmen inat ettim. Sonuçta 70 yaşlarındaki karı koca fiyatı ucuz bulduğundan, ölürsek “mukadderat” dediler. Evi Küçükçekmece tapu dairesinde sattık. 

Şu an benim oturduğum sitede yaşam sürüyor. İlk deprem de en riskli yerlerden biri olması muhtemel. İsmini verip ne yapayım. Gerçi böyle yığınlarca bina var. Kentsel dönüşüm planı şimdilik yok. Şu an satılık ilanlara baktım 4 veya 5 milyondan aşağı daire yok. Bende o uyanıklar gibi yapsaydım.  Şimdi İstanbul’da 20 bin Liraya kiraya vereceğim bir dairem olurdu. Şimdi son durum ne Diyarbakır’daki bir akrabamın  evinin  bir kısmında  yaşıyoruz. Ancak kalp kapakçığı sorunu olduğundan aylık kontrollere gitmem gerektiğinden kısmen de Ankara’da okuyan kızımın evinde kalıyorum. Kirayı ben ödüyorum. Kısacası emekliyim evim yok.

İstanbul Küçükçekmece semti benim için kötü anılarla dolu. Evi Ankara’ya taşınmadan birkaç gün evvel 2000 yılında Halkalı polis karakolu kayıtlarına giren bir olayı anlatayım. Tanımadığım üç kişi bizim sitenin parkında çocuklarımın yanında sopalarla gelip  güzelce bir dövdüler. Kimseyi teşhis edemedim. Oradaki birkaç emlakcının dedikodusuna göre emlak fiyatlarını bir veya iki aylığına rayiçleri düşürdüğüm için suçluydum! Yazımı oradaki bir komiserin sözüyle bitireyim. Bu Dünyada suçlular zaten suçludur. Bile bile ortama ayak uyduramayanlar hem suçlu hem de kerizdir!