Toplumsal çıkmazın yolları değil mi insanı kendinden alıp götüren, başka diyarlara savuran. Kimisi aşkın karşılıksız girdabından, kimisi işsizlikten, kimisi yoksulluktan, kimisi de bunalımlardan savrulur, kendini kaybeder, hayatını zindana çevirir. 

Tam da bu sırada kendince adlandırdığı ve ülkenin gerçeğine dönüşen eğlence dünyasında bir iki kadeh içkiyle teselliye koşan yığınlarca insan. Pavyon kültürü bu ülkenin gerçeği, hem de öyle böyle değil. Pavyon birçok kentle adeta özdeşleştiği birer dertten kurtulma, sevdasını sahnede cırtlak sesleriyle ve kıvrak danslarıyla hayal alemine sürüklenen birer labirentin döngüsü haline dönüştüğü mekanlar. 

Son günlerde Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği ''İnci Taneleri'' dizisinin pik noktasına varışının da gerçekleri orta yere serişinin hayal ötesi birer duyumu gibi sardı sarmaladı her kesimi. Gün yok ki, İnci taneleri konuşulmasın, Hazar Ergüçlü’nün pavyondaki kıvrak dansı dillere dolanmasın. Ankaralı sanatçı Erkan Soner’in yıllarca pavyon sahnelerinde dillendirdiği, ‘’Gemileri yakarım Dilber evin yok mu?’’ şarkısı milyonları aynı sarmalın içine sürüklerken, toplumsal bazı gerçekleri de gün yüzüne çıkarmakta gecikmedi.

Sarmal öylesine geniş bir yelpazeye yayıldı ki, görenleri hayrete düşürmekle kalmadı, Dilberin kıvrak dansı her kesimde karşılık buldu. Sanatçılardan tutun da ev hanımlarına, sokak müzisyenleriyle de özdeş hale gelmekte gecikmedi. Hatta piyasa sihirbazları bundan nasiplenerek, Dilberin dans elbisesini piyasaya sokarak nemalanmalara başvurmaktan kendilerini alamadılar. Piyasa hareketlendi mi, onu tutmak da mümkün olmuyor ya…

Sosyal medyaya göz gezdirdiğinizde Dilber’in şarkısı ve dans videolarına sıkça rastlanmanız mümkün. Öylesi bir kulvarda koşuyor ki Dilber tutana aşk olsun. Dilber de Allah’ına kadar bu sahnenin hakkını veriyor, geri durmaksızın. Toplumsal gerçeklerle iç içe geçmiş duyguların dışa vurumu gibi estikçe esiyor Dilber ve dansı. 

Pavyon kültürü bu ülkede her zaman var oldu, olmaya da devam ediyor. Pavyon derken cebinde parası olana herkesin uğrak mekanlarının başında geliyor. Pavyona giden biri kafayı bulduğunda masasına davet ettiği geçimini bu yolla sağlamaya çalışan bir kadınla derin sohbetlere dalışı az da olsa rahatlamasına yol açtığı için haz almaya başlar. Hatta zamanla konuştuğu pavyon çalışanı kadına âşık olmaya kadar varan yollara baş vurması da iç dünyasındaki çıkmazlarından kurtuluşu simgeler gibi nefes alıp vermeye çalışır. 

Bu tür davranışlar zamanla insanı değişik çıkmaz yollara ittiği, hep duyulası görülesi argümanlarla baş başa bıraktığında artık pavyon müptelası olmuş çıkmışsınız bile. Hayatlar darmadağın olur, yuvalar yıkılır, yok olmayla karşı karşıya kalmanız artık kaçınılmaz olur.
Ama gel gör ki, toplumsal bilinçsizlik, varoluşun ötesine evrildiğinde karşımıza çıkan değerlerin ne kadar zayıf, güçsüz, çaresiz olduğu da gözlerden kaçmıyor.

Yılmaz Erdoğan’ı kutluyorum, hem de yüreğimin derin kuytularından esen sevgi seliyle. İmza attığı yapıtlarda toplumsal gerçekleri derinlemesine işlemesinin bir nedeni de bence geldiği coğrafyanın etkisi yok mu sizce? Var var hem de en derinlerinde, yüreğinin, beyninin her bir noktasında.