Amedspor’un Ankaragücü deplasmanında yaşadığı o meşum geceden günler geçti. Sahadaki mücadele çoktan bitti. Ama geriye kalan, topun değil, sözlerin iziydi.
Şimdi ise sıra yasal mücadelede: Amedspor hem Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) hem de savcılığa başvurarak hakkını arıyor. Çünkü bu kez mesele faul değil; hakaret. Mesele kart değil; kimliğe dönük önyargı. Ve belki de en önemlisi, mesele skor değil; hafızaya yazılan bir yara.
"Teröristlere boyun eğme" mi dediniz?
O geceyi unutmak kolay değil. Ankaragücü Teknik Direktörü Mustafa Kaplan’ın hakeme söylediği, “Burası Ankara, korkma, teröristlere boyun eğme” cümlesi, Türk futbol tarihinde ne yazık ki bir milat daha oluşturdu. Bu cümle, sahada 11 oyuncuyla sınırlı olmayan, soyunma odasından basın açıklamasına, oradan da gündelik hayatımıza taşan bir önyargının yansımasıydı.
Ve sonra ne oldu?
Kaplan çıktı ve özür diledi. Ancak özrü, öfkesinden daha ironikti: “Ne dediğimi hatırlamıyorum. Ben de Kürdüm zaten.”
Peki biz bu cümleye ne diyelim? Hafıza kaybı mı, vicdan kayması mı?
"Ben de Kürdüm" demekle mesele kapanmaz
Bu ülkede “Ben de Kürdüm” demek, bazıları için zırh işlevi görüyor. Sanki böyle deyince, her sözün bağlamı yumuşuyor, her hakaret biraz meşrulaşıyor. Ama mesele kimlik değil ki, mesele davranış. Kendini Kürt olarak tanımlamak, Kürtlere dönük ayrımcı bir dili aklamaz. Aynı mantıkla, “Ben de kadınım ama kadınlar şöyledir” diyen biri ne kadar inandırıcıysa, bu savunma da o kadar geçerli.
Zaten mesele de bu değil mi?
Bugün Amedspor’un hukuki yollara başvurması, sadece kendi oyuncularının ya da teknik heyetinin itibarı için değil. Bu başvuru, Türk futbolunda kimlik, adalet ve eşitlik adına atılmış bir adımdır.
Amedspor bu ülkenin profesyonel liginde mücadele eden bir kulüp değil sadece; aynı zamanda yıllardır görünmeyenin, duyulmayanın, görmezden gelinenin adıdır. Ve bu kez sadece sahada değil, mahkeme salonlarında da mücadele veriyor.
Çünkü mesele sadece bir maç değil; bu coğrafyada futbola ve insanlara nasıl bakıldığının turnusolu bu yaşananlar.
Her krizde “birleştirici güç” diye övdüğümüz futbol, ne yazık ki ayrıştırmanın aracı haline geliyor. Sahada adalet yoksa, tribünde eşitlik yoksa, teknik alanda nefret varsa; o maç zaten çoktan kaybedilmiştir. Futbolu sadece çizgilerle sınırlı bir oyun sananlar, dilin, bakışın ve önyargının ne kadar yıkıcı olabileceğini hâlâ kavrayamıyor.
Ama biz biliyoruz: Oyun top çizgiyi geçtiğinde değil, insanlık çizgisi aşıldığında biter.
Ve o sınır bir kez geçildi mi, geriye ne skor kalır, ne puan. Sadece ayıplar kalır, arşivde ve hafızalarda.