Medreseler, ilim öğrenmek isteyenlerin âlimlerle buluştuğu mekânlardı. Medreselerdeki âlimler yalnız dinî meselelerin çözümünde rol oynamıyor, şehrin atmosferini edebiyat, şiir ve tasavvufla güzelleştirip yumuşatıyordu.
Diyarbakır şehir merkezinde bulunan otuza yakın medreseden sokağa, halka, günlük hayatın her alanına dalga, dalga yayılan zarafeti, irfanı ve her yıl medrese eğitimi almak için kente gelen altı yüz öğrencinin şehre kattığı canlılığı hayal etmek zor olmasa gerek…
Hayatın bugünkünden daha farklı bir ritimle aktığı günlerde, büyük ve küçük şehirlerde, kasabalarda ve hatta köylerde, kimileri bağ bahçe işleriyle, kimileri ticaretle uğraşırken her zaman bir grup insan, yaratılışları gereği ilim talep etmiştir...
İşte onlar için medreseler, sadece bir eğitim kurumu değil, neredeyse bütün vakitlerini geçirdikleri bir yuva olurdu…..
Açık avlularda, geniş eyvanlarda, revakların gölgeliğinde bir dersin başlamasını bekleyen, ya da bir konu hakkında hararetle tartışan medrese talebelerinin zihni, geçim endişesinden uzaktı…
Çünkü hemen, hemen bütün ihtiyaçları orada karşılanıyor, akşam çöktüğünde avluyu çevreleyen odalarda barınabiliyorlardı…
Bu bakımdan İslam tarihindeki ilk medrese modelinin, her ne kadar adına “medrese” denmemiş olsa da, Mescid-i Nebevi ve orada bulunan Suffe (Suffe, İslam peygamberi Muhammed'in, Medine döneminde Mescid-i Nebevi'nin duvarına bitişik olarak kurdurduğu hurma dallarıyla örtülmüş gölgelik. ) olduğu söylenir…. Suffe’nin sözlük anlamı ‘gölgelik’tir….
Vakitlerini Allah’ın Resulu’nü dinleyerek ve ondan öğrendiklerini kaydederek geçirdikleri için zahidâne bir hayat yaşayan Ehli Suffe’nin ( gölgelikte yaşayanlar)geçimini, Medineli Müslümanların karşıladığı düşünülürse ‘gölgelik’ kelimesi, güneşin yakıcılığından ve dünyanın meşakkatinden uzakta, ferah bir sığınağı da işaret eder…
MESCİTLER BİR EĞİTİM KURUMU GİBİ
Mescitlerin bir eğitim kurumu gibi kullanılma geleneğinin Suffe’den sonra bir süre daha devam ettiği tahmin edilebilir, ama ayrı bir bina olarak ilk medresenin nerede, ne zaman, kim tarafından kurulduğu ile ilgili rivayetler oldukça çeşitlidir…
Arap tarihçi Corcî Zeydan, bazı Batılı araştırmacıların medreselerin kuruluşunu Abbasi Halifesi Me’mun’un Horasan Valiliği dönemine kadar götürdüklerini, ancak kendisinin bu bilgiyi İslam tarihi kaynaklarından teyit edemediğini söyler…
Kimi kaynaklar medrese adıyla anılan ilk binanın, fâkih ve muhaddis Ebu Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbgî tarafından Nişabur’da kurulan Daru’s-Sene olduğunu söyler…. Fakat başka bir görüşe göre de Bağdat’ın batısındaki Kerh’te kurulan Daru’l-İlm ilk medresedir…
DİYARBAKIR’DA MEDRESELER
Selçuklular, Anadolu’da bir şehri fethettiklerinde orada ilk iş olarak bir cami, medrese ve zaviye inşa ederlerdi…
Metin Sözen, Selçuklular ve Beylikler devrinde Anadolu’da yaptırılan ve önemli bir kısmı halen ayakta duran 139 medreseden bahseder…
Osmanlı döneminde Diyarbakır’da var olan kültürel zenginliğin temelinin de Selçuklu, Akkkoyunlu ve Artuklu zamanında kurulan bu medreselerle atıldığı belirtilmektedir…
Bu zaviyeden (tekke gibi tarikat etkinliklerinin yürütüldüğü yapı) bakınca, medreselerin, bir grup talebenin öğrenim gördüğü okullar olmanın çok ötesinde bir işleve sahip olduğunu görebiliriz…
Âlimler yalnız dinî meselelerin çözümünde rol oynamıyor, şehrin atmosferini edebiyat, şiir ve tasavvufla güzelleştirip yumuşatıyordu…
Diyarbakır şehir merkezinde bulunan otuza yakın medreseden sokağa, halka, günlük hayatın her alanına dalga dalga yayılan zarafeti, irfanı ve her yıl medrese eğitimi almak için buraya gelen altı yüz öğrencinin şehre kattığı canlılığı hayal etmek zor olmasa gerek…
Osmanlı topraklarında ‘molla’ rütbesine sahip kırk kadı’nın bulunduğu 1600’lerin ortasında, Diyarbakır Kadısı’nın hiyerarşik bakımdan on sekizinci sırada yer alıyor oluşu da şehirdeki medreselerin o dönemdeki gücünü ve kalitesini göstermesi bakımından önemlidir…
Devam Edecek (Diyarbakır medreselerinin en gözdesi hangisiydi? )