El değiştiren belediyelerinin yaptıkları ortaya çıktıkça yönetenlerin halktan ne kadar kopuk olduğunu gözler önüne seriyor. Şatafat almış başını gidiyor.

Ülkenin kaynaklarının hizmete değil de bazı yönetenlerin kendi şatafat ve çıkarı için harcadığını gördükçe ülkenin neden düze çıkmadığını ve fakirliğin neden derinleştiğini gösteriyor aslında. Bu gerçekleri gördükçe; söylemlerin, uygulamalarla ne kadar çeliştiği de ortaya  çıkmış oldu.

Daha önce de belirtmiştim; göreve yeni gelen başkanların geçmişteki yönetimlerin halkın parasını nereye harcadıklarını kalem kalem ortaya dökmesi lazım. Neyin nereye nasıl harcandığını herkes bilmeli ve görmeli.

Bu aşamadan sonra da amaç dışı harcandığı belirlenen paraların geri alınması için hukuki yollara başvurulmalıdır. Hiç kimse halka ait olan parayı har vurup harman savuramaz. Bunun bir bedeli olmalı.

Belediyeler, halka hizmet eden kurumlardır; Kimsenin şirketi veya malı değildir. Bu nedenle, harcanan paralar da halka aittir ve onlara hizmet etmek için kullanılmalıdır. Dolayısıyla, amaç dışı harcanan paraların geri alınması kadar doğal bir şey olamaz.

Trilyonlarca lira harcamalar, aç gözlülük, kendi parasıyla yapmadıklarını halkın parasıyla hesapsız, kitapsız yapmak; bu nasıl bir kafa yapısı anlaşılır gibi değil.

Geçim sıkıntısı çeken, karnını doyurmakta güçlük çeken ve beslenme bozukluğu yaşayan bir ülkede, kurduğu lüks sofraları fotoğraflayan ve bunu da nispet yaparcasına paylaşan kafayı anlamakta güçlük çekiyorum.    

Herkesin bildiği gibi son günlerde istakoz sofraları gündemden düşmüyor. Aslında bu istakoz olayı ilk değil. Bilinen ilk ıstakoz olayı ocak 2002'de, yani 16 yıl önce ABD'de yaşandı.

Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2008'de yaptığı, ABD'nin başkenti Washington ziyaretinde first lady Hayrünnisa Gül, yediği istakozlu makarna ile gündeme gelmişti. First lady Hayrünnisa Gül'ün istakoz olayı da o dönem sıkça konuşulmuş gündemde yer almıştı.

Aslına bakarsanız Türkiye'de değişen bir şey yok. Sadece sahneye çıkan aktörler değişiyor. Bu nedenledir ki de Türkiye 80 yıllık hep aynı kısır döngüyü yaşıyor. Söylemler, yapılanlar hep aynı, değişen bir şey yok. Değişen sadece  siyasetçiler. 

Dolayısıyla hep aynı şeylerle boğuşuyoruz; enflasyon, yoksulluk, kemer sıkma, fakirlik...

Tasarruf ve kemer sıkma da her dönemde yine hep dar gelirliden, ücretlilerden istenir. Bu onlarca yıldır böyle gidiyor. 

Bu kısır döngünün de aslında en büyük sorumlusu bizleriz. Siyasetçi halka göre şekillenir. Yani halkın taleplerine, neler yapılmasını istediklerini belirleyerek söylem geliştirir. Yani biz istediğimiz için bunlar oluyor. 

Takım tutar gibi siyasetçi tutuyoruz. Herşeyi çabuk unutuyoruz. Halen babadan oğula geçen siyasetçilerden ya da bir başarı elde edemeyen, emekli olup siyaset sahnesinden çekilen siyaasetçilerin kendi yerine getirdiklerine umut bağlıyoruz.

Yani değişen pek bir şey yok. 

Hani hep denir ya ''Almanya bizi kıskanıyor'' diye. O Almanya, ikinci dünya savaşında halı bombardımanla yerle bir edildi. Tabir yerindeyse taş üstünde taş bırakılmadı.

Bugün Avrupa lideri haline gelen Almanya, üniversitelerle, eğitimle ve bilimle kalkınmayı sağlarken, bizler ise halen söylemlerle vakit kaybediyoruz.

Kısacası, bu kafa yapısıyla devam ettiğimiz sürece, sorunlarla boğuşmaya devam edeceğiz. Ancak değişim için öncelikle kendimizi değiştirmeli ve daha bilinçli bir şekilde hareket etmeliyiz.