İstanbul’da Yüzyıllardır altın ticaretinin merkezi Kapalıçarşı, Eminönü Mısır çarşısı da medeniyetin başlangıcından günümüze baharatın başkenti olmuş desek yeridir. Aslında Tekstilciler için 1967 yılında açılan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) hep İstanbul’un Müzik yapımcılarının merkezi oldu.
Bir dönem müzik endüstrisinin kalbinin attığı kasetçi ve plakçılara da ev sahipliği yapan eski şöhretini yitirse de Unkapanı köprüsünün yanı başında tarihe tanıklık etmeye devam ediyor. İnşaatın başlanırken burada bazıları kısmen tarihi anıt olan Mezarlar vardır. İstanbul’un ilk kadısı, ilk belediye reisi, Fatih’in hocası Hızır Bey, Kâtip Çelebi’ye ait olduğu tespit edilince proje, bu mezarlar için özel bir avlu düzenlenerek restore edildi. İMÇ blokları arasında bugün bu mezarları görmek mümkündür.
İMÇ Vaktiyle hayvanını, tarlasını satıp plak firması kurarak köşeyi dönmek isteyen kurnaz tüccarların Meskeniydi. İstanbul’a tahta bavulu ve hayalleriyle gelen Anadolu’nun meşhur olmak isteyen gençlerin, İbrahim Tatlıses gibi tek şarkıyla meşhur olmak isteyenlerin buluşma noktasıydı.
Yönetmen Yavuz Turgul 1987 yapımı kült filmi “Muhsin Bey” filminde Şener Şen, İMÇ merdivelerinden çıkarken şöyle der: “İşler kuruyor. Ali Nazik ortada kaldı, TRT’den de çekimden haber yok; bir de şu plak, kaset işi olsa” Osman Cavcı “Senin plakçı arkadaşların var, birisi mutlaka kapar Ali Nazik’i. Unutma ki İbrahim de Urfalıdır ve tek şarkıyla meşhur oldu, ‘Ayağında Kundura’!”
1990 yıllarında Şöhretin yolu Unkapanı’ndan geçerdi. "Neredesin Firuze" filmini izlerseniz gerçek bir Unkapanı hikâyesidir. Günümüzde tamamen çökmüş olan CD-kaset piyasasının bir zamanlar altın devrini yaşadığı günlerde borç batağına düşen Hayri ve Osman’ın hayatına odaklanır.
1969 yılında Doğu Bank işhanından İMÇ’ye ilk olarak Coşkun Plak, Türkofon gibi dönemin önemli firmaları taşındı. Doğu kültüründe esnafın bir arada olması geleneği hep böyledir. Baharatçılar Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı, Manifaturacılar Çarşısı gibi “Unkapanı Plakçılar Çarşısı” olarak da anılan bu iki bloktaki müzik yapımcıları aynı çatı altında uzun yıllar faaliyet gösterdi. Bilhassa ’80’li yıllarda altın çağını yaşayan çarşının bu kısmı, stream teknolojisinin gelişmesiyle ve kaset, CD gibi fiziki ürünlerin ortadan kalkmasıyla özellikle son 15 yıldır eskisi kadar aktif bir ticaret hayatı yok. Vaktiyle mafyalaşan, Unkapanı semtinin “kurt kapanı” olarak anılmasına sebep olan, çarşının ortasında birbirine silah çeken şirket sahipleri yeni çağı yakalamayıp kayboldular.
Anadolu’da ünü yayılan bu çarşının Sosyal hayatın yansımasıydı. Sesi güzel, cesareti olanın tahta bavulla soluğu aldığı bir mekândı. O yıllarda Orhan Gencebay’ın bir filminde bir tepeye çıkıp “Seni yeneceğim İstanbul” demesi efsane olmuştu. Yırtma, köşeyi dönme, meşhur olma şansı olarak insanların rüyalarını süslüyordu. Bu lüzumsuz fevri çıkışın ardından birçok gencin hayatını karardığını en azından filmlerden biliyoruz. İstanbul tarafından hem yenilip hem de yutulunca kısa yoldan meşhur olup paraya ve üne kavuşamayanlar aynı tepeye tırmanıp perişan bir şekilde ağladılar. O dönemlerde İMÇ’nin kapısını aşındıranların torunları günümüzde YouTube’da, TikTok’ta, sosyal medya platformlarında “ilginç” bir hareketle köşeyi dönmek için kırk takla atıyorlar. “Unkapanı” bu anlamda krallık tacını sosyal medyaya verdi desek, doğru bir tespit yapmış oluruz.
Gelelim aslen Ağrı’lı ama Diyarbakırlı olarak lanse edilen bir garibana. Unkapanı plakçılar çarşısından tüm Türkiye’ye dalga dalga yayılan, bir hayat hikâyesini sizlerle anlatayım İMÇ plakçılar çarşısında Güneş plak kapısına bir çocuğu getirirler “Küçük” adıyla başlayan birçok kişiyi meşhur eden başarılı bir müzik yapımcısı Güneş Müzik'in sahibi Mustafa Güneş bürosunda çayını içerken önce kokudan biraz rahatsız olur. İMÇ temizlik işçileri üstü başı perişan, günlerdir hanın içinde yatmaktan perişan olmuş bir çocuk için rica ederler. ‘’Abi bu geldi, gitmek bilmiyor. Merdiven altlarında uyuyor. Esnaf karnını doyuruyor. Meşhur olmak istiyorum diyor. Allah aşkına bir dinle’’ Mustafa Güneş yılların plakçısıdır, Küçük Emrah, Küçük Ceylan ve Mahsun Kırmızıgül gibi halende günümüzde popüler olan sanatçıları meşhur eden kişidir. Mustafa Bey çocuğu dinler, sesini beğenir. Ağrı’dan gelip Gebze Dilovasına ilçesine göç etmiş, yetim büyüyen çocuğa giysi alır, Hamama gönderir, üstünü başını yeniler. Resul Balay'a ‘Nazlı Yarim Haber Salmış' isimli bir kaset yapar. Hit olan şarkıyı günümüze de uyarlarsak hala günceliğini koruyor.
Nazlı yarim haber salmış gel diye
Gideceğim ellerim boş olmuyor
Postacıyla selam salmış ne diye
Döneceğim ellerim boş olmuyor,
Kimi Parislere gider eğlenir
Kimi sokaklarda durur dilenir
Bazıları için yalnızca bir kaset kapağıydı o. Bazıları için ise bir efsane. Kaset kapağında pembe gömlek, beyaz papyonlu bir erkek çocuğu, 12 yaşında arabeskin kral adayıydı. O zamanlar çocuk olan, yanık sesli ‘’Küçük Resul’un’’ hayat hikâyesi. Görselde olan Kasetine birde “Dört ayaklı minare” diye bir türkü eklendi.Ona Diyarbakırlı dediler. Küçük Emrah’a rakip diye lanse edildi. Amaç Emrah’ın ününden yararlanmaktı.
Artık Türkiye’nin her yerinde seyyar kaset satıcılarında, İstanbul minibüslerinde, Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses'ten sonra en çok dinlediği ses artık Küçük Resul’du onlardan daha çok satış rakamı yakalamasına, daha büyük yankı uyandırmasına rağmen Resul Balay özürlü olduğundan hep çocuk yıldız olarak kaldı.
İşte popüler kültür malzemesine dönüşüp bir kült haline gelen o esrarengiz çocuğun öyküsü günümüze kadar gelir. Çocuk türkücülerin çoğaldığı bir dönemde, Çok güzel ve yanık olan sesine güveniyordu. Artık meşhur olmuştu. İçinde yoksulluğun acıları, Kısa sürede ünü dalga dalga yayılır. Türkiye’de tanınan bir çocuk sanatçı olur. O kadar güzel, o kadar ince bir sesi vardır ki dinleyenleri kendine bağlar. Türkülerinde hasret var, hüzün var, acı var, yoksulluk var. Ağrı’dan İstanbul’a uzanan bir hüzün türküsü olur Resul’ün yaşamı.
Sonra iki kaseti daha çıkar bu kasetlerle zirveye oturur. O dönem Küçük Emrah ve Küçük Ceylan’ın olduğu dönemdir. Resul Balay’ın kasetleri onlardan daha çok satar. Gazetelerde çıkan haberlerde hep ön planda olur. Bir zaman böyle devam eder.
Fakat bir engeli vardır Resul Balay’ın. Hayranlarının bilmediği. Yetim büyüyen Resul, çocukken geçirdiği bir hastalıktan dolayı kamburdur. Yani dünyanın bütün yükünü sırtlamıştı. Sirkeci semtindeki sırt hamallarından daha şansızdır. O yıllarda özel TV kanalları olmadığı için hayranları bunu uzun süre öğrenemediler. Gazetelerde ön cephede çekilen fotoğraflarını yayınladılar. Türkiye’de tanınmaya başlayınca adına konserler düzenlenecekti. Organizatörler kambur olduğunu öğrendiler..
Konserler olmayınca her arabesk sanatçısına ilk olarak “içeriksiz” şarkılı türkülü bir film yapıldığı gibi kamera karşısına geçemeyince yalnız bırakıldı. Hayatındaki acılar kaldığı yerden devam etti. Diğer çocuk sanatçılar, filmler yapıp şöhretin basamaklarını hızla çıkarken. Resul, insanların vefasızlığı karşısında sanata, türküye ve hayata küstü. Kırgın bir ruh haliyle evine kapandı. Hereke Gebze minibüs hattında yıllarca muavinlik yaptı. Plakçılar Çarşısı’na bir daha uğramadı. Hakkında birçok dedikodu çıktı, akıbeti hakkında. Evlenip çoluk çocuğa karıştı. Kimi ‘’köyüne geri döndü’’ dedi, kimi de asılsız haber yapıp çıkan bir kavgada bıçaklanarak öldürüldüğünü söyledi. O yıllarca kabuğunda yaşadı, sırtında kambur olan dünyanın ağırlığıyla. Oysa kambur olan sırtıydı. Ruhu engelli bedenine sığmıyordu bir zamanlar. Sonra insanların önyargıları karşısında ruhu da ağır bir yara aldı. Çok sevdiği türkülere küstü. Bir daha hiç türkü okumadı. Türkü sesi duyduğunda yüreğinin derinliklerinde derin bir yara ile hep bir sancı hissetti.
Oysa türküleri unutulmadı. Sanal âlemde siteden siteye dolaştı. Milyonlarca kez tıklandı türküleri. Flash TV izini sürdü. Resul hala daha Dilovası’nda yaşıyordu ve Gebze’de bir fabrikada işçi olarak çalışıyordu. Televizyon ekibi çalıştığı fabrikaya gitti ve Resul’le görüştü. Yıllar yıpratmıştı bir zamanlar yaşama heyecanıyla dolu olan yüreğini. Televizyon ekibi ile görüşürken gözlerinde hüzün, yüzünde yılların yorgunluğu vardı. Yeniden türkü söylemek ister misin? Diye soran televizyoncuya ‘’artık çok geç’’ diyebildi. Sözcükler boğazında düğümleniyordu.
Ekip, kendileri için bir türkü okumalarını rica edince, yıllar önce okuduğu çıkış türküsü olan, ‘’Nazlı yârim haber salmış’’ türküsünü okudu. Artık o güzel çocuk sesi yoktu, Yılların verdiği yoksulluk acısı ailesinin bir geleceği olmadığını düşünüyor yorgun bedeni artık ona acı veriyordu.
Hastalandığı zaman en çok ailesinden ayrılmaktan korkuyordu. Yaşam acımasızdı, hayat herkese bir rol biçmişti. Kocaeli Araştırma Hastanesine yatırıldığında, yolun sonuna geldiğini anlamıştı. Çocukları, eşi ve sevenleri anlamasın diye güçlü görünmeye çalışıyordu. Ameliyat olmak için yattığı masadan kalkamadı. Artık kamburundan kurtulmuştu. Onu yaratan yanına çağırmış, ruhunu özgür bırakmıştı. Resul’ün.Gazeteler haberi şöyle verdiler. ”Arabesk rüzgarı estiği yıllarda İMÇ'de mantar gibi birbiri ardına boy gösteren çocuk yıldızlar arasında yıldızlaşan, sonra özürlü olduğu anlaşılan Resul Balay 22 haziran 2011 tarihinde yaşamını kaybetti.
Sosyal medya da bir tık daha almak için ağzından salyalar akıtarak Resul Balay’ın kaseti üzerine capsler yazan, Resul ile dalga geçen zavallılara Birazcık genetik bilgimle mesajım var. Kendini kral ve kraliçe sanan ruhundaki çirkinlikleri göremeyenler; Siz annenizin karnında henüz zigotken kendi güzelliklerinizin genetiğini ellerinizle yazmadınız. Onu yukarıda genotipini yazan bir Yaratan vardı. Çocuklarınız içinde hiçbir zaman bir güzellik genotipi çıkmayacak! Resul’un bir suçu yoktur. Suç onunla dalga geçenlerde ve genotipi yanlış dizilendedir.