Sizlere bu yazımda 1968 jenerasyonundan etkilenen gençlerin ve karşı tepki veren insanların özellikle farklı inançlara mensup insanların arasındaki uyuşmazlığını anlatmak istiyorum.

Gerginleşen toplumun Diyarbakır’a yansımasının sonucunda günahsız ve siyasetle ilgisi olmayan insanların doğup yaşadıkları memleketlerini terk etmelerine yol açtı.

Dünya değiştiği gibi 1970 yıllarında Diyarbakır’da siyasi ve kültürel hareketlerin, hızlı değişimler yaşanıyordu. Halkın arasındaki farklılaşmalar artmış, ideolojik tartışmalar tırmanmaya başlamıştı. Kısa adı TÖB-DER olan Türkiye öğretmenler derneği şubesini açmak isteyen öğretmenler, Öğrenci hareketleri, sağ sol çatışmalarıyla Türkiye hareketli bir döneme giriyordu. Aynı fikirde olan kişiler gruplaşıyor. Birçok siyasi dernek kurulmuştu, ortak dil, ortak giyim biçimleri oluşmaya başlamıştı. Diğer tarafta ise,  kahveler de Kıbrıs Rumlarının başlattığı olaylarındaki hayatını kaybeden mücahitler konuşuluyordu;    

Gel, Ergani’nin Şire Üzümüne Gel

1950'li yılların başlarında Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması için GeorgiosGrivas liderliğinde kurulan EOKA faaliyetleri 1969 da Yalnız Ankara’da hükümetin sorunu değildi. Diyarbakır’da kahvelerde çarşıda sohbetlerin önemli konusuydu. Berber Turan; ‘’Ha bu Rumlar Kıbrıs da Bi tek Müslüman bırahmayacahlar’’ diyordu. EOKA'ya karşı Kıbrıs’da Türk Mukavemet Birliği adındaki örgütü kurulmuştu. Son zamanlarda Kıbrıs da artan gerilim Diyarbekir sokaklarına yansıyordu. Herkes gazetelerdeki EOKA, Enosis anlamını öğrenmeye, Kıbrıs da olayları takip ediyordu. Çok uzak olan Kıbrıs’daki çatışmaların Diyarbakır’a yansıması daha çok dini açıdan yankı buluyordu. Neticede bir tarafta Müslümanlar ve bir tarafta gâvurlar vardı herkes tarafını! Seçmek zorundaydı. Gazetedeki Haberler okundukça herkesin yüzü asılıyordu.

Dükkânın darabasını çeken Bedros kocaman asma kilitleri iyice kontrol etti. Günün yorgunluğu içindebir an evvel gidip sabahtanberi tıngır, mıngır salladığıZetina dikiş makinasından yorulmuş ayaklarını uzatmak istiyordu. Karanlık basınca eve gitmeden önce Yoğurt pazarına alışverişe çıktı. Her meslekten bir kişinin kalmasını düşünenlerin dokunmadığı Diyarbekir'de Aramicenin ‘Mlahso’ lehçesini pürüzsüz konuşabilen son kişi olarak bilinen kimsesiz ve yalnız ölen ünlü semerci ustası Ermeni DikranSemerciyan dükkânının önünden geçti. Ustalar, marifetlerini tümünü öğrenmesinler diye bazı püf noktalarını çalışırken çıraklarla aralarına “sır perdesi” koyardı. Bazı sırların mezara gitmesi olağandı. Dikran tüm sırlarını cömertçe çırağı Attar Yusuf’a göstermiş mesleğin inceliklerini öğretmişti. Öldüğünde dükkânı ona bırakmıştı.

Semercilikle uğraşan Kürt Tahar’ın sonunda hem mesleğin incelikleri hem de dükkân ona babası Attar Yusuf’dan miras! Kalmıştı. Kürt Tahar’ın keçe, kilimleri kesip biçiyor. Çuval, agaç, ve saz doldurduğu Semeri kırnap ipiyle çuvaldızla dikiyordu. Hayvanın boynunu yara olmaması için baş kısmına gelen kısmı dikerken dikiş aralarına mavi boncuk koymayı ihmal etmiyordu. Yük bağlamak ve binek hayvanına rahat binmek için kullanılan boyunlu ve çatal semerleri hanın kenarına yığmıştı.

Bedrosçocukluğunda türlü oyunlar oynadığı, Dicle de beraber yüzdüğü Her zaman şakalaştığı arkadaşını kızdırmayı çok seviyordu; ‘’ Ula Eşek Terzisi, ne yapisan bu gece nerde kalısan, unutma ahıra değil eve gidecahsan’’ HaloTahar eskiden şakalarına şakayla karşılık vermesine ragmen o gün yüzü asıktı hiç konuşmadı. Bedros sataşmaya devam etti; ‘’ Ula Çükündür (pancar)  Niye sesin çıhmı. Katırın birisine diktiğin takım elbise dar mı geldi’’ HaloTahar ‘’Bedosikter ol, get başımdan’’ Bedros gönlünü almak istedi; ‘’ Birisi canın sıhtısasölegidah beraber derbimizi vurah’’ HaloTaharBedo; ‘’ Bahan bahBedo benlen bi daha konuşma. Bizim şeyh dediki gâvurlarlakonuşisan günaha girisen’’ Bedros donup kaldı. Bir anlık şaşkınlıktan sonra bir şey söylemeden yoluna devam etti. Bedros’un babası ile DikranSemerciyan arkadaştılar. BedrosDikran’ın çırağı Tahar’a verdiği sevginin kırıntılarını vermeyen aniden değişen eski arkadaşını anlamakta güçlük çekiyordu. Attar Tahar anlata anlata bitiremediği babasının ustası Dikran’ı ne çabuk unutmuştu. Tahar babasından tarihin en eski mesleği olan ‘’Palikvan’’yani semercilik  mesleğini müşterisi bolca olan bir dükkânı devralmıştı.  Semercilikle uğraşan Kürt Tahar’a hem mesleğin incelikleri hemde dükkânı ona Dikran’dan sonrada babası Attar Yusuf’dan miras! Kalmıştı. Ancak vefa, sevgi, Minnet gibi kelimelerin karışımından oluşmuş dostluğu miras kalmamıştı. 

Son zamanlar da bir şeyler almasada kendisiyle sohbet eden selam veren esnaf nedense Bedros’u görünce başka işler yapmaya başlıyor, dükkânın içine girip oturuyorlardı. Birkaç aydır bu durum kaygıyla karışık duygularla Bedros’un moralini bozmaya başlamıştı. Bazen en yakın arkadaşları sokağın başından gözüktüğü halde yolu değiştirdiklerinin farkındaydı. Şimdide çocukluk arkadaşı öteki dünya korkusundan ona sırt çevirmişti. Yaşadığı hayat onu hırpalamaya başlamıştı. İnsanların kendi kendine açtığı yaraların cerahatinde birbirlerinin kuyusunu kazmalarının nedenini anlamıyordu.

Ünlü düşünür Sartre'ın dediği gibi “Cehennem başkalarıydı” başkaları tarafından konulmuş kurallara uyum sağlamaya çalışıyordu. İnsanın kendini var ediş eyleminden öte, önceden planlanmış bir robotun emirleri yerine getirmesi gibiydi. Aslında Semerci Tahar yoktu. Onun yerine hep başkaları vardı. Semerci Tahar artık arkadaşı değildi, başkalarının görünen bir sureti olmaya başlamış, artık ötekilere zulmetmeye kararlıydı.                                            

Bedros Kendi görüşlerini savunacak ya da yeni bir yaşama sahip olmak duyguları arasında gidip geliyordu. Fransa, Alman işgali altındayken Sartre'nin yazdığı ‘’Sinekler’’ de olanlar bir bir gerçek yaşamda yaşanıyordu. Sartre'ın tiyatrosundaki kahramanları gibi bir seçim yapmayı zorlayan durumla karşılaşmıştı.

İrma, Bedros’a ‘’Ahşam gelirken bi kilo birezşire üzümü al.’’ demişti. Eski adı Cevarciyan Pazarı olan Yoğurt pazarında Manav Zeko ya ugradı. Derik’te köylülerin pestil ve şeker sucuğu yaptıkları Şire üzümü kavuşulmayan sevgili gibi hazan mevsiminin ilk aylarında kısa bir süre ortaya çıkardı. Daha elveda demeden ortalıktan kaybolurdu. Mavi muşambaya özenle dizilmiş sanki şeffaf olan incecik kabuğundan çekirdekleri görünen Mazruna cinsi şire üzümü nefis gözüküyordu. ZerzavatçıZekogazeteler okunduktan sonra mahalle bakkallarına bir tür un karışımı yapılan çirêzle tutkal yapıştırılan kese kâğıdını elinde tutuyordu. Birini başına güneş geçmesin diye şapka yapmış başına takmıştı. Birini de elinde müşteri bekliyordu. ‘’  Gel şire üzümüne gel, Ergani’den yeni geldi. Üzümün hası burada.’’ 

Dalgalar daha güçlü çeksin diye çeksin diye arkasına elektrikçi bandıyla iki tane takviyeli yassı pil bağlanmış estetikten nasibini almamış, üzerine değeri bilinsin diye "transistörlü radyo" yazılmış radyo ajans haberlerini veriyordu. ‘’Orta DoğuTeknik Üniversitesi'ni ziyaret eden Amerikan Büyükelçisi Robert Komer'in makam otomobili Deniz gezmiş lideri olduğu Taylan Özgür, Yusuf Aslan adlı öğrenciler tarafından ters çevrilip yakıldı. Sinan Cemgil adlı anarşist, kız öğrencilerden aldığı eşarbı benzin deposuna sıkıştırıp otomobili ateşe verdi. Ülkesine dönen Amerikan Büyükelçisi Robert Komer istifa etti.’’ 

Bedrosşire üzümlerine imrenerek baktı; ‘’Zeko hele bi kilo şire üzümü ver’’ Zeko hiç konuşmadan yirmi yıllık müşterisine asık bir suratla üzümleri üzerinde ‘’EOKA cılar yine saldırdı. Kıbrıs’a müdahale şart yazan’’ Son Havadis gazetesinden yapılmış kesekagıdını aldı. En alta üzümün artık kahverengiye dönmüş bozulmuş olanları koydu. En üste birkaç salkım yeşil taze üzümlerden koydu. Kuleli marka teraziye koyup kaşla göz arasında tarttı.  Bedros her zaman; ‘’Abe bugünkü üzüm sahan yaramaz, abeme güzel HasoÇerkokavuni vereyim’’ diyen Zeko’nun davranışına bir anlam veremedi.

‘’Ula Cincahfo ( kendini uyanık cin sanan aptal ) alta ezik üzüm koydun. Çıhardogri dürüst ver’’ Zeko kaşlarını çattı; ‘’Senin başından fazladır. İstisen paran geri al’’  Elindeki kahverengi elliliği yere attı. Bedros üzüme degil, vefasızlığa, insanlıktan nasibini alamamış davranışa kızmıştı. Paranın yere atılması onuruna dokunmuştu; ‘’Kıbragayıh ol, beni dinle parayı niye yere atısan. Bana bahZeko, son defa diyem, o parayı yerden al bahan ver’’ Zeko; ‘’Dehfolget, o üzümler gibi inşallah Eriyesençüriyesen’’ artık kavga kaçınılmaz olmuştu.

Bedros,  Zekonun üzerine yürüdü. O sırada Zeko’nun yan komşuları gelip araya girdiler. Ancak amaçları aynı mahallenin çocuklukları beraber geçmiş, devamlı alışverişleri olan Bedros’u ayırmak değildi. Pantolon ve yeleklerini diktirdikleri, çoğu zaman Gazi köşkünde sabahlayıp alemyaptıkları arkadaşlarına yaptıkları davranış çok saygısızcaydı.  ‘’Erdemsiz güç kıyıcıdır.’’ vecizesini doğrularcasına Zeko’yu korur gibi önüne geçmişlerdi. Birkaç ay önce Yoğurt Pazarının girişindeki fırından çarşı ekmeği seçerken Fırıncı Ahmo’ya ‘’ince tırnaklı ekmekyohmi’’ diye sorunca; ‘’Bedros sende bi şey begenmisen. Çay öğünden eşeknen kum taşıyan baban KumciTehso gibi eşek buldun kıllısıniarısan’’ diyen. Fırıncı Ahmo bu sefer biraz daha sertti. Elinde dükkânın darabasını çektiği iki metrelik demir şiş vardı. ‘’Bedrosyüzin kuru iken (seni ağlatmadan) çek git çek get. Bu gâvurlar yüzünden kaç kişi ölmişheberin var’’ Bedros tam Ahmo’yutezgâhadoğru iteleyip kavga başlayacakken. Tesadüfen oradan geçen Bedros’un komşusu Hacı Tevfik duruma müdahale etti; ‘’Yavyaptıgızeyıbtır. Kime ne hayrınız dokunmuş. Hepizde zerre-i miskal keder akıl yoh. Kıbrıs'ta Türklerin adayı terk etmelerini istiyen,  elin EokacısıMakarıos denen biri yüzünden birbirizegirecahsız.’’ Konuşan kişi hatırı sayılan, üç kez Hacca gitmiş Hacı Tevfik olunca herkes durmuş önüne bakmıştı. Hacı Tevfik Bedros’un koluna girdi. Fırıncı Ahmo yinede diğer esnafların duyacağı şekilde bağırmaktan geri kalmadı. Bunlar iyi günlerimiz kötü günler gelecek diye bir Kürtçe deyim söyledi; ‘’EvîyaNînna Ye, TirnînnaDawî Ye!( Bu nina, tırnina gelmedi)  

Hacı Tevfik, Bedros’un koluna girip oradan uzaklaştırdı. Cemil Paşa Konagının arkasındaki çeltik kilisesi meydanındaki keskin rüzgâra aldırmadan evlerine giderlerken bir şey konuşmadılar. Her geçen günün Bedros için zorlaşacağını yol boyu ona eşlik eden Hacı Teyfik de biliyordu. Zülüm mü, merhamet mi galip gelecekti. Bunu kendisi de bilmiyordu. Bedros’da sinirlenmişti. Yere atılan ancak bir fileyi dolduracak kadar masraf denk gelecek kahverengi ellilik zoruna gitmiş ve o parayı yerden almayı gururuna yedirememiş o günün hâsılatını orada bırakmış elleri titriyordu. Gökyüzüne baktı. Ona her zaman sevinç kaynağı olan çiseleyen yaşam tomurcukları saçan yağmur şimşeklerin kararmakta olan havayı aydınlatırken yaşamının bundan sonra puslu havalardan farksız olmayacağını düşünüyordu. Susmakla başlayan dertlerini haykırışlarını kimseye anlatamamak, son zamanlarda içine huzursuzluk veriyordu. Hacı Tevfik onu kapısına kadar bıraktı.  Ona Kürtçe iyi geceler Şew baş deyince, Bedros’da jest yaptı Arapça iyi geceler Mes'elheyr dedi. Çortun’dan (su oluğu) akan pis sulardan, küçelerde oluşmuş kahverengi çamur balçıklarından, Bu kara bulutlardan ne zaman kurtulacaktı. Elinden sımsıkı tutan, kimsesizliğini anlayan Bir Hacı Teyfik, bir de yağan yağmurdu.