Okuyucularımdan rica; yayınlanan “Diyarbakır Kızı İrma” anı romanımdan vakit ayırıp 1- 5 arasında bölümleri CEGA MEDYA yazarlar sayfasından aynı gün okursanız anlam bütünlüğü bozulmamış olur.
Bu yazı dizisini okuyunca 1970 yıllarda Diyarbakır’ın kültürel zenginliğini, değişik etnik kökene ve inanışa sahip insanların nasıl kocaman bir aile olarak nasıl yaşadığını, Mahallenin tek bir ferdinin derdinin çözüm bulunması için çaba gösterildiğini anlatmak istiyorum. Babaannemin cenaze törenini o günlerin belgeseli olsun diye 5 günlük yazı dizisiyle anlatmak istiyorum.
Yarım saatlik bir yürüyüşle nihayet Şıh Meheme Düzlüğüne geldiler.(Şeyh Muhammet türbesi) yanında boş yere tabutu indirdiler. Melle Sait tabut’unkapağı açtı. Hemen merhumeyi kaldırmaya çalışanlara bagırdı. “Merhumeyi hemen kabre koymayın, çünkü kabrin büyük vahşeti vardır. Ölüyü taşıyan, ölümden sonraki anın korku ve vahşetinden Allah’a sığınmalıdır. Cenazeyi kabrin yanına bırahın. Ölünün kabre girmeye hazırlığı olması için biraz sabırlı davranın. Her duanın sonunda biraz daha kabre yaklaştırın.’’ Ölen kadın kişi olduğundankabirim üzerine bir perde tutuldu.
Görsel: Ömer abemizi tanıyan varmı, Diyarbakırlı Ömer Osmanoğlu, SuriçiMardinkapı Mezarlığı'nda mezar yapımıyla uğraşidi, şimdi yaşlandı. abemizmezarları sulayarak ekmeğini çıkarırdı. son bir kaç yıldır göremiyem, heberi olan varsa sölesin. Foto Ahmet Kaplan
Melle Sait bir dua daha okudu şimdi bırahın dedi. İki metrelik çukura önce Merhumenin oğlu Terzi Hayrettin atladı. İkinci bir kişinin çukura inmesi gerektiğinden herkes birbirine bakıp bir an tereddüt yaşanınca Bedros atladı. Cemaat merhumeyi "Allâh-û Ekber, Allâh-û Ekber" diye tekbir çekerek çukura indirdiler. Kalabalık arasından Sofu Çeto’nun sesi duyuldu. Bastonunu hiddetle sallayarak, Bedros’u işaret etti; ‘’Bele caiz degildir. Biehl-i Müslüman çukura insin’’ Öndeki erkeklerin gürültüsü kesildi, arkada Yasin-i şerif okuyan kadınların başlarını kaldırıp baktılar. İrma kendisini sokakta gördüğü zaman ters ters bakan, Kahvede oturan arkadaşlarına dönüp yüksek sesle; ‘’ Evli barhlı kadın kısmı heç naylon çorap geyip, kısa etekle başı açıhküçedeyürürmü’’ diye bağıran adamdan her zaman çekinmişti.
Terzi Hayrettin bağırdı. siz karışmayın Bedroskardaşımdan ileridir. Bedros’un suratı asılmış çukurda yere bakıyordu. Bir an süren sessizliği Melle Sait bozdu. Bedros’a siz işizebahın ele bi kelam yohtur. O Şafilere göredir. Bilisiz şafilerde nikâh geçen birisi değerse abdest bozulur. Mevta Hanefidir bozulmaz. Cemaatten diger kişilerin de itirazı yükseliyordu. Arka taraflardan Zazaca bir ses geldi Terzi Hayrettin le arası bozuk olan kapı komşusu Siverekli Zaza Merdo ‘’Masarirêrındime, xo be xorêxêrêmaçino’’ (başkalarına iyiyiz, ama kendimize hayrımız yok) Birileri baskıyla ben nasıl inanıyorsam, sende öyle inanmak zorundasın diye başkalarını ötekileştirmek hoşuna gidiyordu. Neyzen Tevfik’in " Yobazın mantığa ermez, berelenmiş kafası" sözünü sanki bu zihniyet için söylemişti.
Melle Sait Fırça atmayı huy edindiğinden sesini yükselterek duruma hakim oldu; ‘’Tabii ki neseb(akrabalık) yönünden ona mahrem bir kişinin olması daha iyidir. İyi halleri bilinen kimseler olabilir. Fekat bu tamamen cenezesahaplarınınbilecegi bir iştir’’ Bedros Ebe Kamile’nin oğlu gibidir, Ben kaç defa sizleri çağırdım hesteye bir dua okumaya gidiyem demedim, niye gelmediz. Kör öldi şimdi bademgözlü oldi, bazı kapı komşilari bile gelmedi. Bir yıldır yatalaktı kaçınız sormaya geldiz’’ Sesini daha da yükselterek bağırınca kimsenin gıkı çıkmadı. Çevre cenaze sessizliğine büründü; ’'Ula tırşikler hanginiz Ebe Kamile’yi evinden Paytona kadar Bedros gibi arhaya atıp sırtınız da taşıdız. Ben kaç defa duydum. Numune hastahanasında üçüncü kata merdivenleriBedrosçıharmış. Heç kimse boşunagevezelik yapmasın.’’
Sarı Pişo elinde sımsıkı tuttuğu Babaannesinin takma dişlerini Melle Sait’e gösterdi aglayarak sordu ‘’Hoca Amice bunu ne yapayım’’ Melle Sait o kul yapısından naylondan yapılmiş, Babaannen torpah olacak ama o torpah olmayacak. İçine sinmise ver bahan.’’ dedi. Dişçi Sarkis’in maharetli elleriyle yaptığı, doğaya karışmayacak naylon takma dişini mezarın içine attı. Herkesi susturan Melle Sait Terzi Hayrettin’e döndü merhumenin başını Kıbleye teref olan oyuga doğru döndürün. Bedo sen tahtaları yan diz.‘’ gibi son talimatları verdi. Havada uçuşan Mezopotamya’nın bereketli humuslu topraklarıyla Yetmişbeş yıllık hayat birkaç dakikada kapanmıştı.
Orada bulunan herkes kabir üzerine üçer avuç toprak attılar her atışta Melle Sait’in sözlerini tekrarladılar. ilk defasında: "Minhahalaknaküm (sizi topraktan yarattık) ikincisinde: " Ve minha nuîdüküm (sizi toprağa çevireceğiz) üçüncüsü: "Ve minha nuhricükümtaretenuhrâ (diğer bir defa daha sizi topraktan diriltip çıkaracağız) demeleri ile toprak atma fasılı bitti. Elinde Teneke kovalarla bekleyen bir sürü çocuk toprağa su dökerken, İrma Kürt çocuklarına bozuk paralar vererek durdurmak istedi. ; ‘’Bisekine e de besse (Kürtçe sakin olun durun, artık yeter.) demesine rağmen çocukların durmadığını görünce cümlesini Türkçe tamamladı; ‘’Ne deyiyemdinlemiler. ben çamur oldidiyiyem, bunlar burayi göl yaptı’’ Ancak çocuklar çoktan aldıkları bozuk paraları paylaşma kavgasına başlamışlardı.
Sarı Pişo hasır örgüsü sarı sepetteki helvaları dağıtmaya başladı. Mezarın etrafında bekleşen çocukların arasında, Başında kahverengi keçe külahıyla Deli Alişan’ı gördü. Babası öldüğünde kafayı üşüten, Çizgili pijamadan yapılmış uzun entarisinin ucunu ağzına koyup nereye denk gelirse hacetini yaptığı için imamın Ulucaminin içerisine girmeyi yasakladığı Deli Alişan her zaman yaptığı gibi cenaze giderken elini ısırıp, uzun sırığını sallayıp anlaşılmaz laflar söylüyordu. Yol boyunca cenazeye bakıp gülüyor, Herkes mezarın başında ağıtlar yakarken, o gülmeye devam ediyordu. Mevtanın gömüldüğünden emin olunca istikakı(payı) olan Antep helvasını midesine indirdi, Daha sonra vazgeçilmez mekânı Ulu Cami’ye kocaman kapının önüne döndü.
İrili ufaklı yoksul çocuklar çarşı ekmeğinin arasına konmuş cevizli un helvasını kapıştılar. Sarı Pişo bağrışan ve kendisini iten çocuklarla baş edemedi. Birkaç dakikada helvalar tükendi. Ölen babaannesinin “aç’ın koynunda ekmek kalmaz” sözünü doğrularcasına sabahın ayazında mezarlığın girişinde kaç kişinin öleceğine dair tahminler yürüten bu çocuklar şehrin en yoksullarıydı. Evlerinde çaresizliği yüzlerinden okuyabileceğiniz Kürt çocukları bir kısmı helvayı yerken, diğerleri gömleğinin içine koymaya çalışıyordu.
Hayatında hiç sıcak bir yuvada sabahleyin annesinin kızarmış bir ekmeğin üzerine sürdüğü tereyağlı ekmeğin üzerindeki şeftali reçelinin kokusuyla rahat bir yatakta uyanmamış, tertemiz giysileri yerine hep başkasının eskisini giymiş, Kırılmış, eskimiş bozulmuş oyuncakları sadece zengin Ofis semtinin çöplerinde, hayatlarında hiç tatmadıkları çikolata kâğıtlarının arasında görünce, daha yeni olanlarını hırsla ayaklarının altına alıp parçalayan bu çocukların duygularını kimsenin anlaması mümkün değildi. İleride İstanbul’da kapkaç çetelerinin eline düşecek, Kore mahallesinin potansiyel suçluları işte o çocuklardı. Yoksul Kürt çocukları ayakkabı boyacılığı, sakız, çakmaktaşı satan hayatın gerçekleriyle erken yaşlarda acımasızca tanışmışlardı. Sevgi görmeyen insanların sevgi üretmeyeceklerini Hamo Ağanın atı bile biliyordu. Açlık ve sefaletin öldüremediğiFis kayasındaki gecekondularda İşsiz veya çekçek çeken at arabası süren çaresiz babaların perişan halleriyle sevgi göstermedikleri bu çocukları kimse anlayamazdı. Evde koca dayağından, sadece bir kilim bir alüminyum tencereden oluşan, yorganda ısırıp duran pirelerle dolu evlerinde yoksulluktan artık hiç şikâyet etmeyen hayata küsmüş annelerine bir parça helva, ekmek götürmek derdindeydiler.
Bu çocukların dünyasını el bebek gül bebek büyütülmüş Zoğe köyünün sahibi Abbas Ağanın torunu Sarı Pişo’nun anlaması çok zordu. Sepetin dibindeki son helvayı arkadaşı Zeki’ye vermek istedi. Ancak başka bir çocuk içinde birkaç parça ekmek helvayı sepeti ile birlikte elinden alıp kaçtı. Sarı Pişo simsiyah mokasen ayakkabıları kirlenmesin diye çamurlara basmak istemezken, Şeherçocugi Mustafa Gazi’nin “Xerîbim ez evdalim, Xerîbim ez bêhalim” (Garibim ben zavallıyım Garibim ben halsizim ) dizelerinde bahsettiği Sürü halinde gezen çocuklar işte bunlardı. Yırtık naylon Gıslaved marka pabuçlarından çıplak ayak başparmağı gözüken on yaşlarında ki Ahmo sepeti de alıp kaçmıştı. Güzel ayakkabılar giyip okuluna neşe içinde gitmektense üç liraya satılan yazın kavurucu sıcaktan eriyen ayaklarını pişikten yara haline getiren, Kışın acımasız zemheri soğuklarda adeta lastik pabuçların içinde tir tir titreyip kışın donmaktan morarmış, yazın pişikten kırmızı renge bürünmüş. Ayak parmaklarını utancından değil, onurlu duygularından dolayı saklıyordu. Sarı Pişo babaannesinin ölümüne üzülmesi yetmezmiş gibi sepetin ellerinin arasından kayıp gitmesini annesine nasıl anlatacaktı? Annesinden duyacağı azarı az çok tahmin ediyordu; ‘’Kusur ömür (özürlü) olasanbi sepete sahapçıhamadın’’