Yıllar geçiyor, sağlıkta reform deniyor, yatırımlar yapıldığı söyleniyor. Ama Diyarbakır’da bir hastaneye adım attığınızda, zamanın çoktan durduğunu anlıyorsunuz. Sanki bir Ortaçağ tablosunun içine giriyorsunuz; sadece kostümler modern.


Çocukluğumda da aynıydı. Kalabalık, bekleyiş, sabır taşını çatlatacak bir umutsuzluk. Bugün, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, tablo değişmiş değil. Değişeceğe de benzemiyor.

Hastanelerin bahçelerinde bir insan manzarası var ki, vicdanı olan herkesi derinden yaralar. İnsanlar yere serdikleri kilimlerin üzerinde hastalarından gelecek haberleri bekliyor. Bu bekleyiş birkaç saat değil; günleri, hatta haftaları buluyor. Şehir dışından gelenler camilerde, banklarda, arabalarının içinde ya da yine o kilimlerin üstünde sabahlıyor.

Bu tablo artık sıradanlaşmış; kanıksanmış. Oysa bir toplumun sağlık sistemindeki çöküşü en çok da bu ''normalleşmiş çaresizlikten'' anlaşılır.

PERSONEL YOK, HASTA YAKININA İŞ DÜŞÜYOR

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da bir devlet hastanesinde tanık olduğum manzara, durumun ne kadar içler acısı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Yatalak bir hasta, tomografiye götürülmek isteniyor. Ama görevli yok. Sedyeden cihazın masasına alınması gerekiyor. Bu işlem için dört kişi lazım ama ne hasta bakıcı var, ne sağlık personeli. Hasta yakınları çaresizce sağa sola bakınıyor. Sonunda birkaç “hayırsever” kişiyle hallediliyor. Ya o da olmasa?

Bu nasıl bir sistemdir? Hasta yakını hemşire mi olacak, teknisyen mi, hasta bakıcı mı?

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM DEDİKLERİ BU MU?

Yıllar önce Levent Kırca'nın hiciv dolu skeçlerinde karikatürize ettiği sağlık sistemi, bugün Diyarbakır’da tüm gerçekliğiyle yaşanıyor. Yetersiz doktor sayısı, bitmek bilmeyen kuyruklar, eksik cihazlar, ilgisizlik, umursamazlık...

Sahi, çözüm neden hâlâ üretilmiyor? Yoksa bu görüntüler kimsenin umurunda değil mi?

Diyarbakır’ın sağlık sistemine bakınca insanın içi burkuluyor. Çünkü bu sadece bir sağlık meselesi değil; bu, insan onuruna yaraşır yaşam koşullarının inkârı. “İyi ki devlet hastanesi var” diyemediğimiz her an, bir şeylerin ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor.

Artık bu şehrin insanı sabır taşına döndü. Ama bilin ki o taş da bir gün çatlar. Ve o gün geldiğinde, bu ihmallerin hesabı sorulur.