Bu yazımda sizlere herhangi bir siyasi fikri empoze etmek niyetinde değilim.  Amacım sadece geçmişe ayna tutmak.1979 yılındaki özellikle Diyarbakır’daki siyasi atmosferi sizlere yansıtabilmek. Çalışma yaşamıma ilkokulda okurken Mardinkapı’da merdivenle çıkılan bahçeli kahve olan Dedemin kahvesinde çay boşları toplayıp, domino taşları nezere, 52 oynayanlara iskambil kağıdı taşımakla başladım. Ziya Gökalp lisesine devam ederken, Demir otelde resepsiyon memurluğu, konfeksiyonlarda çalışsam bile, akşamları ortasında süs havuzu olan ağaçlarıyla adeta bir park olan “Eyvana Abbas” adı verilen bahçeli kahvemizde dayım Nurettin’e yardım ettim.

              Sizlere bir yaz tatili boyunca 3 ay süren gazete satışımızın macerasını anlatayım. Kahvemizin karşısında “Dolma Reco Amice’nin” bakkal dükkanı vardı. çocukları arkadaşlarım Sedat ve Vedat kardeşler uzun yıllar açık kalan minik bir Ciğer kebapçısı açtılar.O dükkandan sökülen bakkal vitrini birkaç gün dükkanın önünde kaldı. Kuşbaz Memah lakaplı eniştem hem kahveyi işletiyor. Akşamları Narin, Göğsüak, Ketme, Kızılbaş ve İçağlı gibi cins Güvercinlerin açık artırmayla satıldığı mezatları idare ediyordu. 16 yaşında girişimci ruhum depreşti. Enişteme Bu camekân çok büyük, aynı bir kulübe büyüklüğünde tamir etsek gazete satsam dedim. “Recep Amice bize verir mi” Eniştem caddenin karşısına geçti. Uzaktan ne konuştuklarını duymuyordum. Dolma Reco bana geldi. “ Sana satayım, 300 Lira versen yeter” dedi. Uçuk bir fiyat istemişti. Ben yeni bir kulübe yaptırsam daha ucuza gelirdi. Hevesim kursağımda kaldı. Ümidimi kestim. Bir at arabası geldi. Kırık camekânlı tezgâhı götürdü. Kahvemizin önündeki 20 yıl duran ayakkabı boyacısı Sino’nun yanındaki kürsüye oturdum. Recep amice bir kürsü alıp yanıma oturdu. “Moralin niye pozuktur, get birez borç bul, kalanı azar, azar ödersin.” dedi. “Ben borç bulamam, babamda seyyar gazete satmamı zaten istemiyor.” Recep Amice gülerek “Cebinde ne kadar var.” Bende.”25 Lira var” dedim. Çıkar paranı dedi, 5 Lirayı aldı. “Kevaşe senle dalga geçiyem, sana 5 Liraya sattım helali hoş olsun. Enişten şimdi marangoz Nuri’ye gitti Vitrinin arkasına kalas çaktıracak. Boyatacak içine de girebileceğin bir Kulübe olacak.” Sonra birden mahzunlaştı gözleri doldu. “Elinde kitap okula giden talebeleri görünce içim ezili, keşke bende okusaydım. Herkes gazete almak için Dağkapı’ya Doşonun külübesine giderken, sen Mardinkapıda gazete satmak ugraşisan, sen  elinde gazete sattıkça sana imrenidim. Hepimiz yardım ederiz” Mardinkapının bütün esnafları Berber Turan, Kasap Hatip, Lokantacı Ahmet Taşın, oto yedek parçacılar Remzi Şekercioğlu, Mehmet Arkaş Hamit Çuhadar sönmez ticaret ve en önemlisi okuma yazma bilmeyen ayakkabı tamircisi Pineci Kaso bir aylık abone olup peşinen para verdiler. Her şey güzel gidiyordu. Eniştem Memah kulübeyi boyatıp onarmıştı.Kapısı bile vardı. Otuz yıllık gazete bayii Hakkı Tanaman Gameda bayi iken “Sana her gün gazeteni buraya kamyonetle bırakırız” dedi, Şimdilik haftalık ödeme yaparsın dedi.

                  Hiç sermayem olmadan başladım. Benden her gün Cumhuriyet gazetesi alan neden diğer sol dergileri satmıyorsun diyen Tapu müdürlüğünde. Memur olduğunu söyleyen Samsunlu Fethi Ağabey ile tanıştım. O yılların solcu simgesi olan parkasız gezmeyen, entelektüel birikimi olan 25 yaşlarında birisiydi Dudaklarının önünde sarkan siyah gür bıyıkları on metreden ben solcuyum diye bağırıyordu. Gameda bayi Hakkı Tanaman’a sordum. “O tür dergiler bende yok, Fırt, Gırgır, Akbaba gibi mizah dergileri ve Hey, Hayat gibi magazin dergileri sat, ama siyasi dergilere girme başın ağrır.” dedi. Fethi bana ısrar etti. “O dergilerin aylık İstanbul’dan geldiğini ben bürolarını bilirim. Sana adreslerini veririm.”Evet dergilerde gelmişti. Nedense dergilerin ismi benzerdi. Halkın Sesi, Halkın Birliği, Halkın Kurtuluşu. İpleri gerdim mandallarla hepsini kahvenin duvarına astım.Fethi’nin bu konuda çok bilgi birikimi vardı. Rizgari ve Ala Rizgari, diye ikiye bölünmüş gurubun ayrı dergileri vardı. DDKD en çok aranandı, Kawa ve Denge Kawa da bölünmüş iki gurup du. Birisi Maocu diğeri Marksist idi. Bu dergileri alta koy üzerine başka gazeteler arasında olsun. Yasak değil ama isteyene ver, dikkat çekmesin dedi. Onları okuyanları Polis gözaltına alıyor veya takip ediyordu. Kahvemiz Diyarbakır’da bir numara sayılırdı. Bu gazete olayından sonra günlük çay satışımız 500 den 800 çaya, Pazar günlerinde 1200 oluyordu, buna meşrubat dahil değildi. Eniştem Memah bu durumdan memnundu. Ancak Kahvemizin profili de değişmeye başlamıştı bundan rahatsız olmuştu. Şehirde ne kadar siyasi kişilik, dernek başkanları varsa benden gazete veya dergi alıyor. Kahvede okuyordu. Oturacak kürsü bulunmuyordu. Ar sinemasının içinde terzi olan Niyazi Usta arada bir gelip dergi bırakırdı.Ben heyecanla ”Nasıl abe çeşidimiz çoktur?" sorusuna tarihi bir cevap verdi; “Dergilerin hepsini topla. Yarım dergi etmeyiz, birlik olamıyoruz, birbirimizin kuyusunu kazmaktan ileriye gidemiyoruz. Biz adam olmayız” Kendisi Behice Boran başkanı olduğu eski dönem TİP partisinin önde gelenlerindi. (Terzi Niyazi Tatlıcı sonradan belediye başkanı olan Silvanlı terzi Mehdi Zana'nın terzi ustasıdır.)   

              

Niyazi usta bazı dergileri koltuğunun altına koyar bana getirirdi. Bir hafta sonra parasını alırdı. Aynı anda Fethi Ağabey’de geldi. Bir anda ikisi de donup kaldılar. Niyazi usta dergileri yere attı. Fethi’nin yakasını tuttu. Onu iterek kahvemizin kışlık bölümünde olan akşam mezatta satılacak olan 50 kadar kuşun olduğu bir oda büyüklüğünde kuş pinine (kuş yuvası) kadar iterek götürdü. Kışlık bölümünde iskambil oynayan birkaç kişiyi “Sari Pişo bunları çıkar, kimseyi de buraya sokma” dedi. Birkaç dakika sonra Fethi parkasının üzerinde kuş tüyleri, yüzü gözü yamulmuş vaziyette hızla uzaklaştı. Arkasından Niyazi usta çıktı. “Bir daha bununla konuşma, zaten artık buralara gelemez” başka bir şey söylemeden gitti. Birkaç defa Niyazi ustaya gitsem de, “Sen bu işe bulaşma daha 16 yaşındasan ileride anlatırım.” dedi. Babam Ecevitçiydi, onunla konuşmamı istemezdi. Aramanızda yaş farkı da olduğundan 1977 de vefat edinceye kadar benden biraz uzak durdu. Eniştem ve babam da birlik oldular, beni “koministlerin!” elinden kurtardılar. Bu siyasi karmaşaya son verdiler. Kulübem bir traktöre yüklendi, bilinmez bir yola doğru gitti. Sonunda  günlük gazeteler ve benim hiç satmadığım çıplak kadınlarla dolu erotik Pazar ve Yıldız dergisi ve erotik bulvar gazeteleri satmaya başlayınca.  İstasyon körler okulu civarında ekmek teknemin kötü yola düştüğünü öğrendim.

               Ankara da okurken günlüğüme şöyle yazmışım; “Bugün 8 Aralık 1979 dün İstanbul Levent’te. Silahlı saldırı sonucunda 58 yaşında hayatını kaybeden Türkiye’de sosyal bilimlerin köşe taşlarının hocası olarak anılan Sosyolog Prof. Dr. Cavit OrhanTütengil’i öldürülmesini protesto için bildiri dağıtacağız.  Sağcı solcu diye okulların ve yurtların bölündüğü,  iç çatışmaların olduğu, günde ortalama 50 kişinin öldüğü, 12 eylül darbesinden evvelki karanlık günlerdi. Kızılay Sakarya caddesinde bildiri dağıtırken birisi kulağıma eğildi. Lakabımın kimsenin bilmediği Ankara da Diyarbakır şivesinde fısıldayınca nutkum tutuldu. “Ula Sari Pişo, o boyda kalasan, hala bu boş işlerle ugraşisan, şimdi hepinizi toplayacağız.”  Arkama dönünce inanamadım, Samsunlu Fethi’yi gördüm. Krem renkte pardösüsünün içinden telsiz sesleri gelen, fularlı şık giyimli gerçek adını bir türlü bilmediğim Fethi kahkaha atarak uzaklaştı. O dönemde çevik kuvvet’in muadili olan toplum polislerinin başında beyaz plastik miğferleri vardı. Gazoz kapağına benzeyen başlığa “Fruko gazoz” diyorduk. Şaşkınlığım bir iki dakika sürdü, Telaşla Arkadaşlarıma seslendim ;  “Frukolar geliyor, dağılın.”