1968 de erkek egemen bir toplumunun kuralları tek düze sıradan günlerde aşırı! romantizmle sürüyordu.

Faytonda gezdirilen sinema afişlerini mahalleli görmüştü. Elinde megafonla bağıran çığırtkan avazı çıktığı kadar bağırıyordu; ‘’Yarın saat ikiiiideeee, Dilan sinemasııındaaa, yalavuz kadınlaaaraaa. Ayhan Işık tahta kaşıııık , Belgin Doruk ona aşıııkkk. Unutmayın saat ikiiiideeee’’ İrma ve Arkadaşı Remziye tüm mahallenin kadınlarını toplayarak her Salı günü saat ikide Dilan sinemasına kadınlar matinesinde yerlerini almışlardı.

Semtimizde Aşırı Romantizm Yohtur

Duygusal bir film olan Ayhan Işık ve Belgin Doruk ile oynadığı Tatlı günah filmini izleyerek romantizmin doruklarına geziniyorlardı. Bedros ise canciğer arkadaşı Hayrettin’le Cumartesi günü siyah beyaz filmlerin henüz renkli sinemaya geçiş yapmadığı Yenişehir sinemasının yazlık kısmında film izliyorlardı. Yılmaz Güney’in bir gece, sevdiği kızı daha yakından görebilmek için beline kabakları bağlayıp, Irmağı yüzerek karşı köye geçtiği, düşmanının çiftliğinde araba tekerleği üzerinde yanan meşaleleri teker teker, silahıyla ateşleyip söndürmesini izliyorlar. Karşılığında ödül olarak yirmi beş baş öküz aldığı, İnce Cumali filminde sevdalısının babasının kanlısı olduğunu öğrendiğinde tepki gösterip, babasının intikamını nasıl aldığını izlemişlerdi.

Bedros ve Hayrettin dalaşacakları birisini arayan ruh halinde Dağkapı’dan Dörtyol’a doğru ilerlemeye başladılar. Karşılarına çıkacak insanın bütün dişlerini kırıp Dişçi Sarkis’e muhtemel müşteri yapacak ruh halindeydiler. Kavga çıkma ihtimali yüksek bir yer olan meyhaneye gittiler. Dörtyol’da Meyhaneci Hayik’ın her gün çalmaya doymadığı Zeki Müren’in "Bir Dilbere Müpteladır Deli Gönlüm" adlı plagını dinliyorlardı. Her gün çalınmasının nedeni Asıl adı Samuel Uluçyan olan Diyarbekirli Sami Hazinses bestesini yapmış olmasaydı, Hayik kendisine bir mektup bile göndermeyen vefasız arkadaşını unutmuyordu. Meyhaneye takılıp kafayı tütsülemiş bir sürü erkek sakosu çininde (ceketi omzunda) evlerinin yolunu tutmuşlardı. Yürüyenlerin hareketleri Yılmaz Güney’in etkisindeydi. Silahı tutulan ellerin omuzu aşağıdaydı. Herkesin başı hafif eğik omuzları yavaş yavaş yukarı kalkmıştı. Ne de olsa “delikanlı” yürüyüşünden belli olurdu.

Semtimizde Aşırı Romantizm Yohtur1

Kadınlar Romantizmin etkisinde kalmış olarak evlerine döndüklerin de, son derece şık bir takım elbise giyinmiş elinde bir buket kırmızı güllerle gelecek Ayhan Işık benzeri birisini beklemeleri boşunaydı. Dağkapı’dan Mardinkapı’ya doğru Gazi Caddesinde yürüyen efkârlı erkeklerim ağızlarından Kulüp Rakısının anasonu, Kaçak tütün ile sarımsaklı Babakanuç (patlıcan ezmesi) karışımından oluşmuş nefis! rayihalar yayılıyordu. Bana çiçek aldın mı diye soran hanımlarına cevap vermekte de güçlük çekmiyorlardı. Meyhaneye verdikleri avuç dolu parayı unutup, utanmadan zeytinyağı gibi üste çıkıyorlardı. Çünkü Yılmaz Güney’in Ünlü sözünü ezberlemişlerdi. Yılmaz Güney’in bir filmde rakibi olan zengin çocuğuna açlığın ve yoksulluğun tarifini yaparken ‘’Bizde Bilirdik Sevgiliye Karanfil Almasını, lakin aç idik yedik Karanfil Parasını.’’ Repliğini Kendi menfaatleri doğrultusunda değiştirmişlerdi..

Diyarbakır Kadınlarına düşen bir parça yalnızlıkla, tunç mangalda eğişle (maşayla) külledikleri közü maşayla karıştırarak buldukları iki üç tane ateşle bakır cezvenin ellerinde oluşturduğu ufak çapta yanıklardı. Pişirdikleri bol köpüklü sade kahveyi höpürdeten erkeklere çaresiz bir şekilde, bir an evvel yatıp zıbarsa diye bakıyorlardı. Menengüç kahvesinin odaya yayılan nefis kokusunu bastıran leş gibi meze ve içki kokuları yetmezmiş gibi Erkeklerin tevşo,mevşo (ezilip, büzülmüş) olmuş ağızlarıyla, bet sesleriyle Celal Güzelses’in şarkısını mırıldanıyorlardı.

İndim havuz başına bir kız çıktı karşıma,

Sevda nedir bilmezdim,

O da geldi başıma…

“Bana eyi hizmet et, yohsa kuma getirerem ha’’ kadınlar bu cümlenin yüzlerine karşı söylenmese de türkülerle ima edilmesine alışıktılar. Kadınlar gereken uyarıyı almış.. onlarda erkeklerin yüzlerine bir şeyler söylemeseler de bakışlarından İnşallah Sur’dan kafasına kocaman bazalt taş düşsün, genç yaşta ölsün anlamında klasik beddualarını söylüyorlardı ‘’Başan bedenden Nahit taş düşe, şıtıl gidesen”, dedikleri anlaşılıyordu.