10. Amed Tiyatro Festivali başlıyor. Kürtçeden Ermeniceye, doğaçlamadan klasiklere tiyatronun gücünü yeniden hatırlatan bu yolculuk, sadece sahneye değil, insanın kendisine de açılıyor.


Bir tiyatro salonuna ilk kez ne zaman girdiniz, hatırlıyor musunuz? Loş ışıkta merakla sahneye bakan gözler, sessizliğe gömülmüş bir kalabalık ve o büyülü repliğin ilk tınısıyla başlayan yolculuk… 

Tiyatro, her seferinde izleyicisini başka bir evrene götürürken aynı zamanda çok tanıdık bir yerde tutar: Kendinde. İşte bu nedenle 10. Amed Tiyatro Festivali, yalnızca bir sanat etkinliği değil; bir toplumsal aynadır.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun bu yıl ''Çiraya Me Geş Dibe (Işığımız çoğalıyor)'' sloganıyla düzenlediği festival, 25 Nisan - 4 Mayıs tarihleri arasında izleyicileriyle buluşacak. 

Bu yılki festivalin yalnızca bir sanat takvimi değil, çok dilli, çok kültürlü bir yaşam tahayyülünün sahnesi olduğunu görmek önemli. Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Soranice oyunların yer alacağı festival; tiyatronun evrensel dilini, yerel aidiyetlerle harmanlıyor.

Tiyatro yalnızca bir eğlence aracı değildir. O, toplumların bastırılmış seslerini sahneye çıkarır, tarihi yeniden yazmaz ama hatırlatır, yüzleştirir. 

Diyarbakır’da başlayacak bu tiyatro festivali, Ermenice oyunla geçmişe dokunurken, doğaçlama performanslarla bugünün ruhunu yakalıyor. Shakespeare sahnelenirken, Soranice oyunlar bir halkın dilini yaşatıyor. Bu sadece sanatsal çeşitlilik değil, kültürel bir direniştir.

Festivale Süleymaniye, Saqız, Sîne, İstanbul, Mardin ve Batman gibi şehirlerden katılan tiyatro toplulukları, coğrafyanın farklı kültürel damarlarından beslenen bir dayanışmayı da beraberinde getiriyor. Tiyatro, burada bir gösteri değil; bir aradalığın ve yeniden anlatmanın yolu oluyor.

Festivalin açılışı, 25 Nisan akşamı Cemilpaşa Konağı’nda düzenlenecek resepsiyonla yapılacak. Dans, müzik, ışık ve bedenin uyum içinde buluştuğu ''Palma'' adlı performans, bu yılki festivalin tematik ruhuna da ışık tutuyor: çoğalmak, görünür olmak, birlikte üretmek. Çünkü sahne, yalnızca oyuncuların değil; izleyicilerin de katıldığı bir eşiğe dönüşürse anlam kazanır.

İşte bu nedenle festival programındaki atölye çalışmaları da dikkati çekici. Yazarlık, doğaçlama ve rejisörlük üzerine düzenlenecek atölyeler; tiyatroyu sadece izlenilen değil, yaratılan bir şey haline getiriyor. 

Seyirciyle sahne arasındaki mesafeyi kapatan bu yaklaşım, tiyatronun insanla olan doğrudan ilişkisini güçlendiriyor.

O halde gelin, bu kez hayatı sahnede izleyelim; belki alkışlarımız, birlikte değiştirmenin ilk adımı olur.